Bu Blogda Ara

3 Ocak 2014 Cuma

Liberaller ve normatif eleştirinin dayanılmaz cazibesi...

Liberallerin çok olumlu bir özelliği var. Solcular, sağcılar, kemalistler; kendi ideolojilerine batıp eleştirel olmaktan ne kadar uzaklaşırlarsa, liberaller de tam tersine eleştirel olmada bir o kadar rakipsizler. İfade özgürlüğüne, evrensel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına vb. uymayan, demokrasinin dışına düşülen her noktada liberaller başlıyorlar yanlışları göstermeye. Dolayısıyla liberallerin yazılarında bol bol ciddi eleştiri ve sorgulama yer alıyor. Bu açıdan bakıldığında, özellikle Türkiye'de kendimi konuşlandırdığım yer genellikle liberallerin tarafı oluyor. Gel gelelim, ilkesel duruş ve eleştiri kültürünü bir tarafa bırakıp da, siyaset yapmaya gelince, liberaller şaşılası bir beceriksizlik gösteriyorlar. Öyle ki, teorideki ufuk açıcı fikirlerin, pratikte insana bu kadar dokunamıyor oluşunu başka şekilde açıklamak mümkün değil. Liberaller, kemalistler gibi gerçeğin/doğrunun kendi tekellerinde olduğunu ve toplumun o gerçeği bulması gerektiğini düşünmüyorlar elbette; ama bir taraftan bahsettikleri ilkeler ve doğrular öylesine steril, öylesine normatif kalıyor ki, "savaşa hayır" diyen biri kadar ciddiye alınıyorlar. Yani kemalistler ve solcular halkı otoriter bir dünyadan da olsa muhatap alıyorken, sanki liberallerin tek yaptığı üzerlerinde 'dürüstlük', 'barış', 'eşitlik', 'özgürlük' yazan balonları teker teker gökyüzüne yollamak...

Gezi'den beri yazdığı hemen hiçbir şeye katılmadığım ve gözümden düşeli çok olan Yıldıray Oğur'un şu yazısına http://www.turkiyegazetesi.com/yildiray-ogur/577547.aspx twitter'dan takip ettiğim ve çok sevdiğim 3 H Hareketi'nin üyesi Burak Durgut (nam-ı diğer Ludwig Von Disses) şu yazıyla cevap verdi: http://www.3hhareketi.org/blog/100/ Ben de yukarıda anlattıklarımı daha rahat açıklayabilmek için Durgut'un Oğur üzerine yazdığı yazının üzerine bir yazı yazdım. Durgut'un yazısı aynen duruyor, ben her paragraftan sonra bold'la ve köşeli parantezle devam ediyorum.

***
1. Savaşsızlık hali. Bir yaşına basan, çok şükür eskisi gibi ölüm haberleri almamızı engelleyen pasif hal yani; savaşsızlık hali. "Baharda inşallah savaş çıkmaz" diyenlerin hukuki reformlar, tmk'nın kaldırılması vb. gibi köklü değişiklikler beklediği ama iktidarın 1 senede ancak "özel okulda bir kaç ders Kürtçe olsun canım"a kadar ilerleyebildiği süreç. [eleştirilere başladık. İnsanlar bir yıldır ölmüyor. Kürt sorunu dediğimiz Türkiye'nin en büyük sorununun çözümü için 'büyük' adımlar atıldı, ama ne olursa olsun hala Kürtlerin özgürlük haklarının verilmesi konusunda bir arpa boyu yol gidebilmiş değiliz. Yazarın da dediği gibi insanlar çok daha büyük, köklü reformlar bekliyorlar, ama iktidar bu reformları gerçekleştirme konusunda hiç de gönüllü görünmüyor. Peki o halde, iktidara "neyi bekliyorsun kardeşim?" diye sesleniyoruz. "Elini tutan mı var? Niye gerçekleştirmiyorsun şu reformları?" I ıh, iktidardan tık yok. Adamlara "demokrat ol biraz" diyoruz. Olmuyorlar. Peki, doğru yol demokrasiden geçiyorsa, AKP Kürtler için hukuki reformlar yapmalıysa; ama bunların hiçbiri olmuyorsa ne olur? Ne olacak, hükümet eleştirilir. Hükümete "demokrat ol" dendiğinde hükümet "aa doğru yahu, hadi o zaman yarın başlıyoruz reformlara" demediğine göre o zaman liberaller AKP'nin 'yanlış' yaptığını söylerler. Fakat sürekli doğruların söylendiği, sürekli demokratik bir dünyanın işaret edildiği bu eleştiriler muhataba dokunamadan güneş altındaki buzlar gibi eriyip giderler. İşin tuhafı liberal söylem paradoksal bir çıkışsızlığa kendini mahkum etmiş gibidir. Demokratik davranmadığı ve demokrat olmadığı için Tayyip Erdoğan eleştirilir; ama aynı Tayyip Erdoğan'a doğru yolun demokrasi olduğu söylenip durulur. Demokrat olmayan birinin Kürtlerle barışamıyor olması normal değil midir oysa? Bu minvalde gidildiğinde liberal duruşun kendi etrafında dönüp duran bir çeşit totoloji olduğu ortaya çıkar.]

2. Erdoğan: Başbakan. Hâlâ. Askeri vesayeti gerilettiğini sandığımız ama "milli ordumuza kumpas kurulduğunu" danışmanı üzerinden söyleyen, milli iradeyi meclisin tamamı değil sadece akp'ye oy veren 20 milyon insan sanan, milli iradenin denetleyemeyeceği şeylerin olduğunu (temel hak ve özgürlükler gibi) bilmiyormuş gibi yapan, kuvvetler ayrılığını hayatında hiç duymamışcasına "beni halk seçti danıştayı halk mı seçti" gibi bir argümantasyon kuran, bakanlarının çocuklarıyla ilgili yolsuzluk suçlamasından sonra ilk iş olarak bakanları değil savcıları ve polisleri görevinden aldıran, Roboski'yi kimin yaptığını bir türlü bulduramayan (emir komuta zincirini takip etmek ne kadar zorsa artık), Sayıştay'ın "millet" adına hükûmetin harcamalarını denetlemesi gerektiğini düşünemeyen, oğlu hukukun ve yasaların üstünde olan başbakan. Sayın başbakanımız. [eleştiriye devam. Herhalde gelmiş geçmiş eleştirilmesi en kolay şahıs Tayyip Erdoğan... Liberallerle çoğu zaman aynı safta yer aldığımı belirtmem gerek, yalnış anlaşılmasın, buradaki eleştirilerin hepsine de katılıyorum. Ama sanki bir taraftan bu Erdoğan eleştirisinde bazı lapsuslar gizli. Örneğin: "milli iradenin denetleyemeyeceği şeylerin olduğunu bilmiyormuş gibi yapan..." Yani aslında bal gibi biliyor Erdoğan, ama bilmiyormuş gibi yapıyor. Neden? Milli iradeyi sadece kendi seçmeni sanan... Erdoğan milli iradenin meclisin tamamı olduğunu bilmiyor mu? Bal gibi biliyor, o halde 'sanmıyor', öyleymiş gibi yapıyor. Neden? "Kuvvetler ayrılığını hiç duymamışçasına davranan..." Erdoğan kuvvetler ayrılığının ne olduğunu hepimizden iyi biliyor, sadece duymamış gibi yapıyor. Neden? Kısacası Erdoğan'ın normatif anlamda eleştirilmesi çok kolay ve aşırı yüzeysel bir duruma tekabül ediyor. Heralde Erdoğan'dan tutun Anadolu'nun tüm kasabalarına kadar ortalama hepimizin bildiği gerçekler bunlar. Bunların söylenmesi, dışa vurulması, gösterilmesi çok önemli şeyler; iyi ama bu eleştiriler, içinde "neden?" sorusunu barındırmıyor. Meselenin arkasına bakmıyor. Sadece var olan 'durum' eylemlerine göre ölçülüp biçiliyor. Liberaller öğrencilerine not veren klasik öğretmenleri andırıyorlar. "Ödevini yaparsa 'aferin', sınıfta uyursa 'sınıfta uyunmaz'."] 

 
3. Gezi olayları. Devletin şiddetinin doğurduğu, ulusalcılar gibi latent akp'li olmayan liberallerin de olduğu, komünistin de ülkücünün de pkk yandaşının da olduğu karmaşık bir sosyal hareket. "Cami'de içki içtiler" dediler Gezi iddianamesinde bu iddia yok, bir "başı kapalı kadına yapılan iğrenç şeyler" dediler, "cuma açıklayacağız" dediler görüntü yok, "faiz lobisi" dediler ispatlanan bir lobi yok, "zello örgütü" dediler baktılar çok dalga geçiliyor "Otpor diyecektik Otpor" dediler olaylarla Otpor'un ilgisi olduğuna dair tek bir kanıt hala yok, "darbe girişimi" dediler ortada asker yok göstericilerde silah yok, "siz ne derseniz deyin biz o kışlayı yapacağız" dediler ortada kışla yok. [bir başka normatif eleştiri. Ben Gezi'yi desteklemiş, Gezi'de bulunmuş biri olarak, Yıldıray Oğur'un Gezi yorumlarına zerre katılmıyorum. Gezi konusunda savunuya geçen hükümetin rezillikleriyse ortada. O dönem Tayyip Erdoğan'dan gençleri anladığını söyleyen, ılıman, güzel bir mesaj bekleyenlerdendim. İyimser biri olduğumdan değil, Erdoğan'ın bunu yaparsa bu olayı kendi lehine çevireceğini düşündüğümden. Ama Erdoğan tam tersini yaptı. Acayip bir retorik, acayip bir manipülasyon, acayip bir algı mühendisliği ile Gezi'yi tabanına hükümeti yıkmak isteyen bir darbe planı olarak yutturdu. Yalan olduğunu bile bile, "camide içki içtiler" diyerek, seçmeninin beynine resmen Don Draper mesajları bırakarak yaptı bunu. Biz twitter kullanıp, önüne gelen her şeyi mizah unsuruna çevirirken ve aslında sadece kendi cemaatimizi orgazm ederken; Erdoğan iki konuşmasıyla, 'cami/ darbe/ çapulcu' diyerek Anadolu'nun ücra köşelerindeki seçmenini 'kafalamayı' başardı. İlkeler ve normatif eleştiri mi demiştiniz? Anlaşılan Mad Men'den bir şeyler öğrenen Gezi kuşağı değil, Tayyip Erdoğan'mış. Biz hala 'gerçekleri' söylemenin bir halta yarayacağını sanıyoruz. Oysa insanların zihniyetinden bağımsız bir gerçeklik yok. Öyle olsaydı zaten hepimiz aynı anda demokrat olmuş olurduk.]

Böyle uzayıp gider. Lafı uzatmanın alemi yok. Benim liberal arkadaşlarla fikir bazında uyuşmadığım nerdeyse tek bir nokta yok, ama iş hayatın pratikliğine geldiğinde normatif eleştirinin, doğruluğun, dürüstlüğün, evrensel hakların, özgürlüğün, eşitliğin ve benzeri bir sürü kavramın baş döndürücü etkisi altında kalındığını düşünüyorum. Hayatın pisliklerden arınık olduğunu düşünmek pek naifçe... Maksat mercek altına aldığımız kişi doğruyu yaptığında desteklemek, yanlış yaptığında eleştirmek değil. Maksat bağlamı göz ardı etmemek, muhatabının zihniyetini ele almak, yapılan eylemin yanlışlığını değil neden yapıldığını sorgulamaktır. Olanı eleştirmek kolaydır, liberal arkadaşlar bu kolaycılığa kapıldıkları sürece siyasetin dışına düşüp, steril ve temiz, sadece doğruların söylendiği bir dünyada, somut insana dokunamadan yaşayıp giderler. Dost tavisyesi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder