Şunu belirtmek lazım: kim ne derse desin, bu direniş bir tırnak içinde “halk” direnişidir. Tırnak içinde olmasının nedeni de, içinde bir sürü farklı grup bulunmasına rağmen, çoğunluğun, direnişin ilk gününden bu yana ulusalcı Kemalistlerden oluşmasıdır. Birçok nedenden dolayı, birçok kesim bu direnişe destek vermek için bir araya geldi; bunun en büyük nedenlerinden biri, ağaçların dibinde nöbet tutan gençleri, polisin kaba kuvvetle uzaklaştırma çabasıydı. Bu direniş muhakkak iki tane ağacı savunmanın ötesine geçti, ama bir taraftan da ben bu kadar farklı insanı bir araya getirenin de o ağaçlar olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü aslında içinde hiçbir ideoloji barındırmayan ağaçlar ve o ağaçları korumaya çalışanlara uygulanan şiddet, bizi kimliklerimizden arındırdı ve hepimizi bir araya getirdi. Her şeyin başlangıcının ağaç ve şiddet olduğunu düşünürsek, bunların üstüne binen her türlü eleştirinin "kaba" ve çok da "eğreti" olduğunu düşünüyorum. Hükümetin istifa etmesini/ Erdoğan'ın işi bırakmasını istemek, romantik naif bir isteğin ötesine geçemedi haliyle.
Oysa ulusalcı Kemalist laik kesim Gezi Parkı’nı hep domine eden kesim oldu. Ellerinde her fırsatta almaya dünden razı kalpaklı Atatürk bayraklarıyla dolaşmaya ve Atatürk’ün askerleri olduğunu söylemeye başladılar. O parkta kesinlikle Kürtler, anti-kapitalist Müslümanlar, LGBT üyeleri ve liberaller de var. Evet, ulusalcı laikler dışındaki grupların oranları hayli düşük, belki liberaller yok denecek kadar az; ben en aşağı 6 gün Gezi Parkı’nda üçer saat geçirmiş biri olarak şunu söylemeliyim: parkta bir kez bile türbanlı birini görmedim. Bazı liberallerin romantik kardeşlik hayallerini doğrulatmak amacıyla orada burada cımbızla türbanlı direnişçi bulması ancak naiflikle özetlenebilir. Kandil günü okunan Kuran ve Cuma günü kılınan namaz gibi durumlar; özgürlükçü birinin hayallerini gerçekleştirmek için özgürlük ateşine attığı üç beş odundan başka bir şey değil. Aslında liberallerin içine düştükleri “tuzak” minik minik örnekleri seçip, direnişte her kesimden grubun olduğunu kanıtlamak. Parkta açılan Apo bayrağı, ani-kapitalist Müslümanların “sarhoş olsun, kalleş olmasın” sloganı, “şimdi Kürt kardeşlerimi ve Doğu'da olanları daha iyi anlıyorum" yorumları ve birçok yere kapak olmuş, Vendetta maskeli, başörtülü teyze...
Tüm bunlar, bu direnişin laik gençliğin tekelinde olduğunu bize unutturan alternatif çok kültürlü muhtelif olaylar olmaktan öteye geçemiyor. Birçok liberalin buna kızacağının da farkındayım. Oysa bu bilgisayar çağının mizahla harmanlanmış, apolitik gençlerinin laik olduğunun tam aksine vurgulanması gerek. Bu laik yaşam tarzına sahip çocukların dışındaki diğer gruplar resmi net görmemizi engelliyor. Liberallerin tüm bu resmi çoğulcu görüp afyon havuzunda huzurlu uyuması çok anlaşılır, ama hiç de gerçekçi değil. Mühim olan, bu laik gençliğe odaklanmak ve onların sesine kulak vermek. Elbette direniş şaşılası bir şekilde her partiden, her kesimden, her taraftardan insanı bir araya getirdi; bunu kabul etmemek bu saatten sonra aptalca olur; ama bu görmemiz gereken şeyin önüne perde çekilmesi anlamına gelmemeli.
Liberaller ve solcuların kötü analizlere girişmesinin nedeniyse herkesin kendi görmek istediğini görmesinden kaynaklanıyor. Örneğin yıllarını devrim yapmaya adamış eski solcular böyle bir hareketi gördüğü anda hızla ve çocuksu bir hevesle bunun üzerine atlıyor ve hareketi üzerine alınıyor. Çünkü belki de bu, o kuşağın bir daha hayatında görüp görebileceği son büyük halk hareketi. Onlar, ellerine oyuncağı verilmiş bir çocuk gibi huzurlu ve mutlular. Bir bebeğin “adda”sı neyse onlar için de “devrim” o. Şimdiye kadar yaptıkları reformlar ve ülkeyi geçmişe oranla daha demokratik hale getirdiği için AKP’ye hakkını sonuna kadar veren liberaller de ikiye ayrılmış durumda. İyimser olanlar; direnişin çoğulcu yapısına, bizzat AKP düşmanlığı adına yapılmadığına ve muhalefet eksikliğinin bu şekilde patladığına vurgu yapıp, direnişi destekliyorlar. Endişeli olanlarsa ikide bir vandalizme, etrafı karınca gibi saran ve İslamofobist olduklarını saklamayan kemalist laiklere ve bunun artık Cumhuriyet mitinglerine dönüşmeye başladığından dem vuruyorlar.
Artık Türkiye basit ikililer (dualite) üzerinden analiz edilmesi mümkün olmayan, çıtası hayli yükselmiş bir ülke. Eskiden (sadece beş yıl önce) demokrasi o kadar kötü durumdaydı ki, bu ülkenin Türk Silahlı Kuvvetleri komutanı, gözümüzün önünde, elini kolunu sallaya sallaya muhtıra verebiliyordu. O zaman, içinde dinamizm barındırmayan çok kaba bir ikilemle karşılaştığımız da doğruydu. Bir tarafta eli silahlı darbeci bir paşa, diğer tarafta halkın seçtiği hükümet. Eh, çok da zor bir tercih değildi doğrusu. Şimdi Türkiye artık o Türkiye değil. İkililere indirgenen her yorum çürümeye ve yok olmaya mahkum. Endişeli liberallerin koca bir ikili yaratıp “burada araçları yakıp yıkıp türbanlı gençlere zarar verdiler, her yer kalpaklı Atatürk afişleriyle doldu” yorumu, dinamik bir görüşten bile isteye kaçan ve olayı hayli basite indirgeyen, kötü bir yorum. Örneğin Yıldıray Oğur; “Acaba Türkiye’yi bundan sonra Gezi Parkı Eylemi’ne destek verenler mi yönetse demokratik bir ülke olur yoksa Erdoğan’ı destekleyenler yönetse mi?” diye çok kaba bir ikili yaratıp, tarafını seçip rahatlıyor. Bu kaba analizlerle doğru yerde olduğunun garantisi çok rahat vurgulanıp bir güzel afyon alınır, kirlenmeden, steril, huzur dolu bir hayat sürdürülür. Bu analizde Türkiye'yi anlama çabası, diyalektik ve dinamizm gibi unsurlara yer yok; olanları ikiye bölüp, kabaca "anlaşılır hale getirip", kendi kendine haklı olmak var.
Bence Gezi gençliği apolitik bir gençlik. Bu direniş de kimilerinin idda ettiği gibi onları ‘bizatihi politik’ yapmıyor. Sadece bir “şey” yaptıklarının farkındalar, ama ne yaptıklarını bilmiyorlar. Hep övüp durduğumuz o yaratıcı mizahları, aslında onların düşünmelerini ve siyaset yapmalarını engelleyen bir çeşit ayak bağı. Siyasetten ve muhataplıktan son derece uzak ve bilgisizler. Gezi gençliğinin romantizmi ve boyası aktığında altından pek de “yaratıcı” şeyler çıkmayacak gibi duruyor. Kolaya kaçıp “demokrasi değil darbe istiyorlar” demek ne kadar anlamsızsa, “otoriter bir yönetim değil demokratik bir yönetim istiyorlar” demek de bir o kadar kolaycı. Gezi gençliği ne olduğunu kendi kendine keşfedecek, evet, otoriterliğe karşı olmak haklı bir talep, ama buna karşı olmak sizi kendiliğinden demokrat da yapmıyor. Gezi gençliği ortak payda olarak laik bir hayat tarzı çatısı altında buluştu ve özgür olmayı, hayatlarına karışılmamasını gerektiğini vurguladı. Vurgulanması gereken şey şu: “benim hayat tarzıma karışma” cümlesinde gizli bir tek taraflı otoriterlik gizli. Cümleyi şu şekilde kurmak, demokrat olmadığımız için pek de aklımıza gelmiyor: "birbirimizin hayat tarzına karışmayalım." Çünkü "benim hayat tarzıma karışma" diyen birinin kendisine vurgu yaptığını ama muhatabını pek de düşünmediğini rahatlıkla anlamak mümkün.