Bu Blogda Ara

22 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi direnişi ve Atilla Yayla'nın rezil açıklamaları...

Şimdi Atilla Yayla gibi bir liberalin nasıl hazin bir duruma düştüğünü kanıtlayan birkaç cümle:

"Gezi'dekiler yaşam tarzı için sokaktaysa muhafazakarların ve Kürtler'in bütün ülkeyi yakması lazımdı."


Yayla şöyle düşünüyor: "Gezi'dekiler özgürlük için sokaklara çıktıysa; onların on katı kadar özgürlük sorunu olanlar sokaklara çıkmadı. O halde bunların derdi özgürlük değil." Yani onun kafasında bir 'olması gerekenler' var. O sabit. Olgular kafasındakilere uyarsa amenna, ama uymazsa sorun kendisinde değil, ötekinde, muhatabında. Muhafazakarlar o kadar eziliyorken seslerini çıkardılar mı? O zaman size ne oluyor? Yani Gezi direnişinin meşruiyeti meğer kendilerinden önce diğer ezilenlerin sokağa çıkmasına bağlıymış. Vay be! 

Bir de şu var: benim zamanımda, orta okulda, matematik hocamız, 50 kişilik sınıfımızın 40 kişisini, hiçbir şekilde tahayyül bile edemeyeceğiniz bir şekilde dövdü. 40 öğrencinin o halini görseniz gözlerinize inanamazdınız. Üç dört bayılan öğrenci. Ağzı burnu kanayanlar, saçları yolunmuş kızlar filan. Kabustan beterdi. Ve düşünün hiçbir şey olmadı o dönem. Ne hoca atıldı, ne okula veli geldi. Hiçbir şey olmadı. Şimdi bugün, küfür ettiği için kulağı çekilen çocuğun velisi okulu bastığında, eskiden benim oğlumu kötürüm edecek kadar döven öğretmenine ses çıkaramadım diye bu anneye nasıl kızarım? Bu anneye gidip "biz sesimizi zerre çıkaramadık, siz kim oluyorsunuz da bir kulak çekme için bile bu kadar delleniyorsunuz" nasıl derim? Tam tersine, o sabit olan muhatabı bozup Yayla'nın şöyle demesi gerekmez miydi: "Muhafazakarlar, Gezi'dekilerin on katı zulme uğradı ama sokaklara dökülmediler; demek ki Gezi gençlerinin sesine kulak vermeli ve muhafazakarlar Gezi gençlerinden ilham almalılar." Tecavüze uğradığı halde ses çıkaramayan kızla, tokat yiyince okulu birbirine katan kıza bakıp, ikinci kıza "sen sus, şımarık seni" demek kadar beceriksiz ve kör bir yorum olamaz.

10 yıl boyunca CHPli olduğu için okuldan atılan var mı?



Siz bir lokantaya gidip sucuklu fasulye istiyorsunuz ve tabak geldiğinde içinden sinek çıkıyor. Ayağa kalkıp başlıyorsunuz eleştiriye, saydırmaya. Lokantanın sahibi gelip size şöyle diyor: "eskiden bu lokantada bir sürü Kürt'ü yakmışlar. Siz şimdi bana sinekten mi bahsediyorsunuz?"

Bu, özgürlük adına yapılan bir itirazı karşı taraftan en uca çekip rahatlamaktır. Bu yapılan çok açıkça mağduriyet yarıştırmaktır. Gözleri kör edip, ben/ sen diye ikiye ayırmaktan düşünememektir.

Bu ne zamandır iflas eden liberal bir dünyanın sözcüsünün aklını yitirdiği ve zavallılaştığı andır.

21 Haziran 2013 Cuma

Gezi'nin duruşu, siyaset yapmak ve Mahçupyan üzerine

Etyen Mahçupyan'ın; hükümeti yasa dışı yollarla yıpratmak için batı çıkışlı ekonomik yardımları, manipülasyonları ve sahte haberleri filan anlattığı bu yazısı (http://www.todayszaman.com/columnist-318791-the-first-and-final-photos-of-gezi.html) şimdiye kadarki en kötü yazısı. Zaman'daki 4 yazısında sadece durum tespiti yapıp "bu fırsat kaçmasın" derken, bugün bu fırsatın kısa süreli de olsa kaçtığından emin. Hatta bu olanlardan yine AKP'nin yararlanacağını ve onun bu durumları laiklerden daha fazla anlayacağını iddia ediyor.

Buradaki sorun Mahçupyan'ın bu olanları laiklerin demokratlaşmasına yormaması. Gezi Parkı dönüşüm geçirdiği için veya kendini CHP'den ayıracak demokratik bir ses istediğinden dolayı oluşmadı. Yani bu gençleri kesinlikle CHP temsil etmiyor, çünkü CHP eskimiş ve sadece eski laik-din, çağdaş-geleneksel eksenleri üzerinden siyaset yapan bir parti. Gezi gençliğinin kendilerini temsil edecek bir parti bulamamaları veya onları temsil etmesi gereken laik CHP'nin bu konuda başarısız olması, Gezi'cilerin "demokratik bir parti" istedikleri anlamına gelmiyor. Onların hoşgörülü ve herkesi içine almaya hazır duruşları Mahçupyan'a göre küresel bir hoşgörünün eseri sadece. Yani bu gençler yere çöp atmıyorlar, yüksek sesle müzik dinlemiyorlar, zor durumda kalmış birine yardım ediyorlar, gönüllü çalışıyorlar vb. ama bunlar onları 'bizatihi demokrat' yapmıyor. Çünkü demokrat olmak bir duruşu ima ediyor ve siyaset yapmayı gerektiriyor. Hayatınız boyunca vergilerini ödeyen, komşusuna yardım eden, hiç küfür etmeyen, çöplerini zamanında dışarı koyan biri olabilirsiniz; dilencilere para vermişliğiniz, köylere yardım göndermişliğiniz, kedi evlat edinmişliğiniz de vardır. Ama Roboski'de olanlara, türbanlı insanlara yapılan zulme, gayrimüslimlerin uğradıkları haksızlıklara vb. sesinizi çıkarmıyorsanız demokrat filan değilsinizdir.
 
O yüzden Mahçupyan bu gençlerin gerçekten biraz daha yeni bir CHP mi yoksa demokrat bir parti mi istediklerini sorguluyor. Örneğin onlar için laik kimlik mi önemli yoksa özgürlükler mi? Anketlerde insanların %93'ü özgürlüklerine karışıldığı için direndiklerini söylüyor. Peki, laik bir hükümet başta olsa ve aynısını dindarlara yapsa, Gezi gençliği dindarların yanında olur mu? Karşı durulan özgürlüklerin yasaklanması mı, "benim özgürlüğümün" yasaklanması mı? Bundan henüz emin değiliz. "28 Şubat'ta neredeydiniz" sorusunun nedeni, karşı tarafın samimiyetini sorgulamak. Yıldıray Oğur, Hilal Kaplan, Kurtuluş Tayiz, Markar Esayan gibi eski Taraf Gazetesi liberalleri, örneğin, bunu tırnak içinde sorgularmış gibi yapıp cevabını kendilerinin bildiklerinden emin oldukları için Gezi'yi hiç dinlemediler. "Sizin derdiniz sadece kendi özgürlüklerinizin peşinden koşmak" dediler. Buna bu kadar hızlı karar veremeyiz. Çünkü bu bir oluşum. Kimse bilmiyor. Mahçupyan'ın bu liberallerden farkı, bu soruyu diri tutması ve tarafsızca sormasıydı. Zaman geçtikçe ama kendisi tarafsızlığını yitiriyor ve gençliğin sadece iyi kalpli/ tatlı/ eli yüzü düzgün/ laik çocuklar olarak kalacağına inanıyor. 

Ben buna katılmıyorum. Örneğin neden gençlerin suyuna gitmiyoruz? Onların demokrat bir sağduyuya sahip olup olmadığına bakarken neden bu oluşumun dinamiklerini serbest bırakmıyoruz? Siyaset yapmasını bilmiyorlar, apolitikler, hepsi doğru; ama bu onların demokrat olmayacağı anlamına gelmez. Kendi kendini büyüten ve konuştukça, tartıştıkça öğrenen bir grup var karşımızda. Hiç öyle umutsuz vaka değiller. Mahçupyan'ın demokratlığın kalbi olduğuna inandığı "ikna" yöntemine çok açık bir grup bu. Saygılı, samimi, sevecen... Onlardan hızla demokratik bir hareket beklemek elbette boynumuzun borcu olmalı, ama onlara zaman vermek de öyle...

Maçka Parkı'ndaki foruma katıldığımda söz alan, konuşan ve yorumda bulunan gençlerde şunu gördüm: siyaset yapmanın s'sini bilmiyorlar. Karşılarında bir muhatap olduğunun/ olması gerektiğinin farkında değiller. Sadece kendileri var sanıyorlar ve sadece kendileri iyi şeyler yaptığında iyi şeylerin olacağını inanıyorlar. Örneğin çiçek dikmenin önemli olduğu konusunda herkes hemfikir. Oysa benim orada onlardan beklediğim hızla siyaset yapmaları. Tek dertleri kendilerini anlatmak, ama bunu yaparken muhatabının kim olduğunu bile bilmiyorlar. Onu sabit, yapısal, içi boş bir "özne" sanıyorlar. Örneğin "köylere mektup yazalım" diyorlar. Çünkü köylülerin kim olduklarını "biliyorlar". Kimsenin aklına bildiği bir muhataptan yola çıkmak gelmiyor. "%10 barajını düşürmek için yarın harekete geçelim" diyorlar, tüm dert buymuş gibi, siyaset denince akıllarına gele gele bu geliyor. Siyaset yapmak (hele böyle sizin kim olduğunuzun talep edildiği bir dönemde) hızla kendinin ne olduğunu deşifre etmen demektir. Biz dış dünyaya demokrat olduğumuzun mesajını nasıl veririz? Barajın düşmesini istemek? Çiçek ekmek? Şiddete hayır demek? Bunların hepsi normatif istekler. Bunların içinde siyaset yok. O yüzden ilk iş Roboski'nin sesini duymak olmalı. Evrensellik ve hümanizmden yola çıkıldığında siyasetin önü kapanır. Tam tersine siyaset, eğer tavır almak istiyorsak, kimliklere bastıra bastıra vurgu yapmaktan geçer. Direnişte vurulan Türk genç ile Roboski'de ölen bir Kürt'ün aynı anlamda "ölü" olmadığı kesindir. Bize (ülkenin Batı'sında yaşayan laik ve eğitimli kesime) sadece bu ikisinden birinin vefatını vurgulayabileceğimiz söylenseydi, Kürt'ün vefatını seçerdik. Kürt köyündeki bir genç de direnişte ölen gencin vefatını seçerdi. Çünkü muhatabımı belli ederek, onun yanında olduğumu, onun sesini, onun acısını duyduğumu belli etmeliyim. Beni anlaması, benim onun kardeşi olduğumu anlaması için yapmam gereken şey onun kalbine dokunmaktır. Çiçek ekip "şiddete hayır" diyerek onun kalbine dokunamam.

Farklı kimliklerden gençlerin aynı alanda gruplar halinde oturması da bir anlam ifade etmez bu yüzden. LGBT çadırı hep karşında durur 20 gün boyunca ama sen gidip onları anladığına dair bir şey yapmazsan, o çocuk senin tarafından muhatap alındığını hiçbir zaman anlamaz. Yan yana durmak liberalizmin öve öve bitirmediği bir şeydir, ama demokratlar iç içe dururlar. Mahçupyan bunların hiçbirini göremedi orada. Ben de göremedim. Örneğin bu fırsat değerlendirilip, bir türbanlıyla bir laik kızın el ele fotoğrafını bile çekemedik. Bir dindar ile bir ateistin sarıldığı bir görüntü veremedik dışarıya. Çoğu zaman "hepimiz insanız" mottosu, liberalizmin kimlikleri yok etmek için başvurduğu bir kaçış yöntemidir. Bir Kürt ile bir Türk'ü el ele görmek istediğimizi söylediğimizde modern bir hümanist bize "Türk ve Kürt yok, bizi ayrı gayrı yapmayın, biz insanız" deyip öteleyecektir. İşte bu "insanlık" hali, kişiliksizliğe, soyutlamaya ve birbirine dokunmaya açık bir engele dönüşür.

Maçka'da sadece bir genç çok iyi bir hamle yaptı: "biz kim olduğumuzu ve görüşümüzü anlatmak istiyorsak, ilk olarak dindarları muhatap almalıyız" dedi. "Kendimizi onlara anlatmanın en iyi yolu, onların dertlerini anladığımızı ve onların yanında olduğumuzu göstermek olmalı. Bu yüzden türban konusuyla ilgili, türbanı desteklediğimize dair bir şeyler yaparak yola çıkabiliriz." Ne kadar mantıklı değil mi? O tecavüze uğrayan zavallı kızın, Roboski'de ölen çocukların ailelerinin, Kürt barışının peşinden koşmalıyız. Hamile olduğu ailesine haber verilen o kızın dramını seslendirmeliyiz. Her kimlikten bir mağduriyet bulup (ülkemiz bu konuda çok bereketlidir) ona yüklenmeli, sadece basit bir "duyarlı vatandaş" değil, bir demokrat olduğumuzu da gösterebilmeliyiz.

Gezi gençliği bunu yapar mı bilmiyorum. Bana yapabiliriz gibi geliyor. Mahçupyan uzaktan bakıp burnuna gelen kokuları içine çekmekle meşgul. Laik kesimin yaptığı saçmalıkları ve bu gençlerin ailelerini yakından biliyor. Bu gençlere bir şans verdiğini ve bunun heba olmaması gerektiğini söyledi; ama onun modernizmden nefret eden beyni, bu gençlerden yukarıda anlattığım gibi siyasete dair bir işaret fişeği almazsa çoktan dönüp gitmeye dünden razı. Bense kendi kendini bulmaya çalışan ve yolunu arayan gençlerin zamana ihtiyaçları olduklarını düşünüyorum. Demokratlık, hiçbirimize gökten zembille düşerek gelmedi sonuçta (üstelik "demokrat" olup olmadığımız bile muammayken). 

17 Haziran 2013 Pazartesi

Maddeler halinde Gezi direnişi analizi

Mesele dindar-laikçi gözüyle incelendiğinde birçok saçma yorum yapılıyor. Oysa mesele demokratlık ve otoriterlik/ ataerkillik üzerine...

Mazlum olanın zalime dönüşmesi ideolojik bir kod değil. Bunu bir dindar da, bir laik de yapabilir.

Bu ülke, kurulduğundan bu yana devletçilik'e tapmış bir ülke. Demokrasinin d'sine bırakın dokunmayı, rüyasında bile görebilmiş değil.

Otoriter bir kemalizme nazaran, ataerkil bir muhafazakarlık, bu ülkede büyük bir adım olarak görüldü. Lineer bir açıdan doğrudur da bu.

Gelin görün ki, insanlar açık toplum olmaya karar vermişse, önceye nazaran sahiplenilen ataerkillik, artık kabına sığmıyor demektir.

Mesele kemalist ve dindar kimliklerin birleşmesi, paslaşması, bir bütün oluşturması değildir. Kimlikler durabilir, zihniyetler değişmelidir.

Dindar kesimin dönüşümü inanılmazdır, ama yeterli değildir. Laik kesimin dönüşümü de bu direnişle başlamıştır ve yeterli olmayacaktır.

Laik kesim, dindarların dönüşümünü nasıl tehdit olarak algıladıysa; dindarlar da bu laik gençlerin dönüşümünü tahdit olarak algılamaktadır.

Bu yarılma, henüz taze olduğundan sıcak ve zararlıdır; ama soğumaya başladığında son derece faydalı ve işlevsel olacaktır.


Çoktan dönüşmüş dindarlar, dönüşmekte olan laikler ve artık siyaseti kabul etmiş Kürtler aynı şeyi istediklerini fark edemiyor: demokrasi.

Çatışmaların, protestoların, kavga gürültünün bittiği bir ortamda; Türkiye'nin normalleştiği ve özgürleştiği daha rahat anlaşılacaktır.


İç savaşa, kutuplaşmaya gidilmiyor; bu virajı döndüğümüzde hızla demokrasiye doğru gidilecek. İnanılması güç, ama olacak olan bu.


Kürtlerin yaptığı gibi laikler de siyaset yapmanın gücünü ve gerekliğini fark ederlerse, zihniyet dönüşümünü durdurmak artık mümkün olmaz.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi direnişini anlamak

Şunu belirtmek lazım: kim ne derse desin, bu direniş bir tırnak içinde “halk” direnişidir. Tırnak içinde olmasının nedeni de, içinde bir sürü farklı grup bulunmasına rağmen, çoğunluğun, direnişin ilk gününden bu yana ulusalcı Kemalistlerden oluşmasıdır. Birçok nedenden dolayı, birçok kesim bu direnişe destek vermek için bir araya geldi; bunun en büyük nedenlerinden biri, ağaçların dibinde nöbet tutan gençleri, polisin kaba kuvvetle uzaklaştırma çabasıydı. Bu direniş muhakkak iki tane ağacı savunmanın ötesine geçti, ama bir taraftan da ben bu kadar farklı insanı bir araya getirenin de o ağaçlar olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü aslında içinde hiçbir ideoloji barındırmayan ağaçlar ve o ağaçları korumaya çalışanlara uygulanan şiddet, bizi kimliklerimizden arındırdı ve hepimizi bir araya getirdi. Her şeyin başlangıcının ağaç ve şiddet olduğunu düşünürsek, bunların üstüne binen her türlü eleştirinin "kaba" ve çok da "eğreti" olduğunu düşünüyorum. Hükümetin istifa etmesini/ Erdoğan'ın işi bırakmasını istemek, romantik naif bir isteğin ötesine geçemedi haliyle.

Oysa ulusalcı Kemalist laik kesim Gezi Parkı’nı hep domine eden kesim oldu. Ellerinde her fırsatta almaya dünden razı kalpaklı Atatürk bayraklarıyla dolaşmaya ve Atatürk’ün askerleri olduğunu söylemeye başladılar. O parkta kesinlikle Kürtler, anti-kapitalist Müslümanlar, LGBT üyeleri ve liberaller de var. Evet, ulusalcı laikler dışındaki grupların oranları hayli düşük, belki liberaller yok denecek kadar az; ben en aşağı 6 gün Gezi Parkı’nda üçer saat geçirmiş biri olarak şunu söylemeliyim: parkta bir kez bile türbanlı birini görmedim. Bazı liberallerin romantik kardeşlik hayallerini doğrulatmak amacıyla orada burada cımbızla türbanlı direnişçi bulması ancak naiflikle özetlenebilir. Kandil günü okunan Kuran ve Cuma günü kılınan namaz gibi durumlar; özgürlükçü birinin hayallerini gerçekleştirmek için özgürlük ateşine attığı üç beş odundan başka bir şey değil. Aslında liberallerin içine düştükleri “tuzak” minik minik örnekleri seçip, direnişte her kesimden grubun olduğunu kanıtlamak. Parkta açılan Apo bayrağı, ani-kapitalist Müslümanların “sarhoş olsun, kalleş olmasın” sloganı, “şimdi Kürt kardeşlerimi ve Doğu'da olanları daha iyi anlıyorum" yorumları ve birçok yere kapak olmuş, Vendetta maskeli, başörtülü teyze... 

Tüm bunlar, bu direnişin laik gençliğin tekelinde olduğunu bize unutturan alternatif çok kültürlü muhtelif olaylar olmaktan öteye geçemiyor. Birçok liberalin buna kızacağının da farkındayım. Oysa bu bilgisayar çağının mizahla harmanlanmış, apolitik gençlerinin laik olduğunun tam aksine vurgulanması gerek. Bu laik yaşam tarzına sahip çocukların dışındaki diğer gruplar resmi net görmemizi engelliyor. Liberallerin tüm bu resmi çoğulcu görüp afyon havuzunda huzurlu uyuması çok anlaşılır, ama hiç de gerçekçi değil. Mühim olan, bu laik gençliğe odaklanmak ve onların sesine kulak vermek. Elbette direniş şaşılası bir şekilde her partiden, her kesimden, her taraftardan insanı bir araya getirdi; bunu kabul etmemek bu saatten sonra aptalca olur; ama bu görmemiz gereken şeyin önüne perde çekilmesi anlamına gelmemeli. 

Liberaller ve solcuların kötü analizlere girişmesinin nedeniyse herkesin kendi görmek istediğini görmesinden kaynaklanıyor. Örneğin yıllarını devrim yapmaya adamış eski solcular böyle bir hareketi gördüğü anda hızla ve çocuksu bir hevesle bunun üzerine atlıyor ve hareketi üzerine alınıyor. Çünkü belki de bu, o kuşağın bir daha hayatında görüp görebileceği son büyük halk hareketi. Onlar, ellerine oyuncağı verilmiş bir çocuk gibi huzurlu ve mutlular. Bir bebeğin “adda”sı neyse onlar için de “devrim” o. Şimdiye kadar yaptıkları reformlar ve ülkeyi geçmişe oranla daha demokratik hale getirdiği için AKP’ye hakkını sonuna kadar veren liberaller de ikiye ayrılmış durumda. İyimser olanlar; direnişin çoğulcu yapısına, bizzat AKP düşmanlığı adına yapılmadığına ve muhalefet eksikliğinin bu şekilde patladığına vurgu yapıp, direnişi destekliyorlar. Endişeli olanlarsa ikide bir vandalizme, etrafı karınca gibi saran ve İslamofobist olduklarını saklamayan kemalist laiklere ve bunun artık Cumhuriyet mitinglerine dönüşmeye başladığından dem vuruyorlar. 

Artık Türkiye basit ikililer (dualite) üzerinden analiz edilmesi mümkün olmayan, çıtası hayli yükselmiş bir ülke. Eskiden (sadece beş yıl önce) demokrasi o kadar kötü durumdaydı ki, bu ülkenin Türk Silahlı Kuvvetleri komutanı, gözümüzün önünde, elini kolunu sallaya sallaya muhtıra verebiliyordu. O zaman, içinde dinamizm barındırmayan çok kaba bir ikilemle karşılaştığımız da doğruydu. Bir tarafta eli silahlı darbeci bir paşa, diğer tarafta halkın seçtiği hükümet. Eh, çok da zor bir tercih değildi doğrusu. Şimdi Türkiye artık o Türkiye değil. İkililere indirgenen her yorum çürümeye ve yok olmaya mahkum. Endişeli liberallerin koca bir ikili yaratıp “burada araçları yakıp yıkıp türbanlı gençlere zarar verdiler, her yer kalpaklı Atatürk afişleriyle doldu” yorumu, dinamik bir görüşten bile isteye kaçan ve olayı hayli basite indirgeyen, kötü bir yorum. Örneğin Yıldıray Oğur; “Acaba Türkiye’yi bundan sonra Gezi Parkı Eylemi’ne destek verenler mi yönetse demokratik bir ülke olur yoksa Erdoğan’ı destekleyenler yönetse mi?” diye çok kaba bir ikili yaratıp, tarafını seçip rahatlıyor. Bu kaba analizlerle doğru yerde olduğunun garantisi çok rahat vurgulanıp bir güzel afyon alınır, kirlenmeden, steril, huzur dolu bir hayat sürdürülür. Bu analizde Türkiye'yi anlama çabası, diyalektik ve dinamizm gibi unsurlara yer yok; olanları ikiye bölüp, kabaca "anlaşılır hale getirip", kendi kendine haklı olmak var.

Bence Gezi gençliği apolitik bir gençlik. Bu direniş de kimilerinin idda ettiği gibi onları ‘bizatihi politik’ yapmıyor. Sadece bir “şey” yaptıklarının farkındalar, ama ne yaptıklarını bilmiyorlar. Hep övüp durduğumuz o yaratıcı mizahları, aslında onların düşünmelerini ve siyaset yapmalarını engelleyen bir çeşit ayak bağı. Siyasetten ve muhataplıktan son derece uzak ve bilgisizler. Gezi gençliğinin romantizmi ve boyası aktığında altından pek de “yaratıcı” şeyler çıkmayacak gibi duruyor. Kolaya kaçıp “demokrasi değil darbe istiyorlar” demek ne kadar anlamsızsa, “otoriter bir yönetim değil demokratik bir yönetim istiyorlar” demek de bir o kadar kolaycı. Gezi gençliği ne olduğunu kendi kendine keşfedecek, evet, otoriterliğe karşı olmak haklı bir talep, ama buna karşı olmak sizi kendiliğinden demokrat da yapmıyor. Gezi gençliği ortak payda olarak laik bir hayat tarzı çatısı altında buluştu ve özgür olmayı, hayatlarına karışılmamasını gerektiğini vurguladı. Vurgulanması gereken şey şu: “benim hayat tarzıma karışma” cümlesinde gizli bir tek taraflı otoriterlik gizli. Cümleyi şu şekilde kurmak, demokrat olmadığımız için pek de aklımıza gelmiyor: "birbirimizin hayat tarzına karışmayalım." Çünkü "benim hayat tarzıma karışma" diyen birinin kendisine vurgu yaptığını ama muhatabını pek de düşünmediğini rahatlıkla anlamak mümkün.