Biz herhangi bir nesneye, dışarıdaki dünyadaki herhangi bir fenomene baktığımızda, o “şeyi” olduğu haliyle göremiyoruz. Hepimizin kafasında bizden önce (a priori) var olan veya deneyle gelişen kategorik bölmeler sayesinde, daha doğrusu bu bölmeler vasıtasıyla görüyoruz nesneleri. Bu açıdan baktığımızda da çok basit bir nesneye, aynı anda bakıyor bile olsak, o nesnenin bizdeki yansıması birbirinden farklı hale geliyor. Çünkü o nesnenin kavramı, bizi biz yapan kategorik şablonların içinden geçip anlamlı hale geliyor. Örneğin ikide bir yalan yanlış haberlere kaynaklık eden “İran’da kadınların muz yemesi yasak” gibi haberlerin mantığı da bundan kaynaklanıyor. Neticede fazlasıyla “din ideolojisine” saplanıp kalmış ve bu ideolojiyi esnetemeyen bir dindar, muz meyvesinin şeklinin müstehcen olduğunu düşünebiliyor. Muz idea’sı bu kişinin zihninden geçip anlamlandığında artık saf haldeki “muz” olmaktan çıkarak tehlikeli bir kavrama dönüşüyor.
Bu örneği günümüzde içki için de verebiliriz. Dünya görüşümüz, ideolojimiz, zihniyetimiz neyse, içki denilen kavram da o kadar değişken bir kavram halini alıyor. Hemen hiçbirimiz içkiyi saf halde veya “gösteren” halinde bırakamıyoruz, çünkü içki göstereni zihnimizden geçtiği gibi bir sürü farklı şekle bürünüyor. Bugün altı üstü basit bir içeceğin, hemen her zaman büyük bir sorun haline gelmesinin en büyük nedeni tam da bu. Öyle ki zaman zaman bu ülkede, dini görüşü gereği alkol kullanmayanların “gerici”; öbür taraftan bakınca alkol kullananların da “ahlaksız” ilan edildiğini biliyoruz. Alkol bazen bir medeniyet timsali gibi yansıtılırken, bazen tüm kötülüklerin baş tacı olarak görülebiliyor. Oysa tek yapmamız gereken alkolü alkol olarak, bir içecek olarak görmek ve insanların zihniyetlerine bakmak. Aşırı alkol alıp trafik kazası geçiren ve kişilerin ölmesine neden olan şey aslında alkol değil, değil mi?
Dolayısıyla Kadıköy’deki, saat akşam 10’dan sonra büfelerin kapanması sorununa bu açıdan bakabiliriz. Kadıköy Belediye Başkanı’na göre asıl mesele içki satışını engellemek, böylece sokaklarda(!) içki içilmesine mani olmak. İçki satışının engellenmesi, daha bu bilgiyi alır almaz, özellikle laiklerin zihninde nasıl bir çağrışım yaratıyor tahmin edebiliyor musunuz? Hemen CHP’li başkanın da AKP’li olduğunu, AKP ile bir ittifakın kurulduğunu, laik ve çağdaş Kadıköy’ün de gerici hale getirilmek istediğini düşünüyorlar. En azından AKP’nin belediye başkanlığı yaptığı yerlerde buna benzer haberlerle karşılaştıklarında bundan yüzde yüz emin oluyorlar. Şimdi bunun uygulayıcısı CHP olduğu için birazcık kafaları karışık. Durumu sorgulamalı, araştırmalı ve nedenini bulmalılar mı, yoksa basit olanı yapıp kendi yarattıkları gerçek neyse ona uymuyor diye bu deneyimi ötelemeliler mi?
Neticede elimizdeki bilgi, başkan Selami Öztürk’ün derdinin, kafalarda yaratılan çağdaşlık, gericilik gibi büyük kavramlardan çok daha naif olduğunu gösteriyor. Gençler akşam sokaklarda içki içip, sohbet ediyor ama bu öyle masum bir davranış da değil. Yöre halkı çıkan gürültüden, sabah etrafı kaplayan alkol ve kusmuk kokusundan şikâyetçi… Birden bire çağdaşlığı temsil eden alkolün, tam da çağdaş kişiler tarafından istenmediği bir noktaya ulaşıyoruz ve durum laikler için zorlaşıyor. Başkanın tavrı da çok basit: “sokaklarda değil sahilde için gençler” diyor. Sonuçta başkanın “öz” olarak alkolle bir sorunu yok. İçen içsin ama başkasını rahatsız etmesin. Bu konuda başkana katılmamak mümkün değil, hatta sunduğu çözümün iyi olmadığının kendisi de farkında, “daha iyi çözüm yolu olan varsa söylesin” bile diyor.
Artık gittikçe kavramlara bulaştırdığımız o ideoloji etiketinden yavaşça kurtulabiliriz. Örneğin dindarların neden alkole karşı bu kadar kötümser davrandıklarını “özcü” bir tahayyülle tahmin etmektense, belki biraz daha net bir şekilde “anlayabiliriz.” Özgürlükler çerçevesinden bakıldığında elbette alkol tüketme özgürlüğüne sahibiz, ama bu konuda daha duyarlı olanlara, sırf bu özgürlüğe sahibiz diye rakı kadehi kaldırmanın, “ortak yaşamak” gibi bir amaca hizmet etmediğinin de farkında olmalıyız. Şimdi Kadıköy’ün sokaklarında içen gençler “istediğimiz yerde içeriz, kimse karışamaz” diyerek çaktırmadan çağdaşlığı mı savunacak; yoksa asıl çağdaşlığın insanları rahatsız etmemek olduğunu kabul edip, daha dikkatli ve farkındalığı artmış bir şekilde içmeyi mi öğrenecek? Kamusal alanın gerçekten kamusal olmasını bu gibi bahsi pek geçmeyen olaylar sağlıyor ve halkın bu olaylardan öğrendiği tecrübeler okunan yüzlerce kitaptan daha anlamlı ve öğretici olabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder