İnsanların kategorik olarak ahlaklı olmasından da bu açıdan hep tiksindim. Çünkü kategorik olarak ahlaklı olmak, bir insanın varacağı en son yer olamaz. Ahlak, namus, dürüstlük filan muazzam şeylerdir, ama tıpkı Nietzsche'nin fark ettiği gibi aşılması gereken şeylerdir de. Kantçı olmak, tıpkı Descartes'ın sorgulama yöntemini işine gelene kadar kullanması gibi, bir yere kadar gereklidir.
Hatta Marksist tabirle söylersek, kapitalizm çekilmesi gereken bir "çile" değil, komünizme giden bir süreçtir sadece. Zorunluluktur yani. Dürüstlük de, ahlak da zorunluluktur. Çünkü ahlaklı olmayan biri asla zamanı geldiğinde ahlaksız olmayı beceremez. Kant'ın hatası ahlakı evrenselleştirip, onu tanrısal bir müzeye yerleştirmesidir. Hiç değişmez ve sabit kılmasıdır.
Oysa biz bugün şunun farkındayız: Ahlak elbette gereklidir, ama ahlaksızlık için gereklidir. İnsanın varacağı en son nokta, aşmış bir Mevlana, aşmış bir İsa, aşmış bir Buda olmak demek değildir.
Felsefedeki bu kategorik hata, birçok günümüzdeki Zizek gibi adamlar tarafından sökülüp atıldı allahtan. Varılan nokta da müthiş ahlaklı olan o insandan sonraki insandır. Ki o inanılmaz ahlak seviyesine ulaşan insan, artık ahlaksızdır, ama ahlaksızlığının farkında olan bir ahlaktır bu. Kant o kadar ahlaklıdır ki, o ahlakta boğulur ve ahlak tarafından yutulur, adeta ahlak tarafından "rape" edilir. Yani baştaki ahlaksız ilk insan sonra aşarak ahlaklı insana dönüşmüş, ama evrimini tamamladım sanmıştır. Oysa o ahlaklı insan tekrar ahlaksız insana dönmelidir, fakat bu dönüş "aynı" dönüş değildir. Ahlakı tanımış birinin ahlaksızlığıyla, ahlakı hiç tanımamış birinin ahlaksızlığı bir olur mu? İşte bu gibi nedenlerden dolayı, yüzlerce insanın ölümüne eden olan kişiler, Kantçı ahlak anlayışı yüzünden hemen "cani" ilan edilirler, ama Zizek gibiler bu insanları bu kadar çabuk harcamak istemezler. Çünkü o caniliğin ardında tam da Kantçı bir ahlak bulmak mümkün olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder