Telesiyej’in twitter hakkında yazdığı yazı anladığım kadarıyla sadece benim sinirimi tepeme çıkarmamış. İki gün arayla hem Markar Esayan hem de Hıdır Geviş, sıkı birer twitter kullanıcıları olarak Telesiyej’e cevap verme gereği duymuşlar. İkisinin yazdıklarını okudukça içimin yağları eridi ama yine de bir şeylerin eksik kaldığını hissettim. Birincisi twitter kullanıcısı olmayan birilerinin de bence bir şeyler yazması iyi olabilirdi, ikincisi Telesiyej’in yazdıklarına şimdiye kadar hiçbir tepkinin gelmemiş olması beni hep şaşırttı. Bu yazıda twitter eleştirisine ben de kendimce cevap verirken bunun sadece bir twitter dil sürçmesi olmadığını, Telesiyej’in yazdıkları şeylerin birçoğunda buna benzer sorunlar olduğunu göstermeye çalışacağım. Derdimi anlatmaya çalışayım:
Bizi temsil ettiğini düşündüğümüz ideoloji çoğu zaman kendi sınırları içinde anlam kazanır. Politik olarak durduğumuz ve kendisini ait hissettiğimiz siyasi görüş, o kontekst içinde anlamlı hale geldiği için bu bizi o sınıra, o kontekste bağımlı hale getirir. Dolayısıyla bir Sosyalist isek eğer, Sosyalist bir gözlükten, ama politik anlamda bir Sosyalist gözlükten dünyaya bakarız. Oysa politik alanı bırakıp sosyal alana girdiğimizde savunduğumuz görüşler kamusal alanda veya özel hayatta birebir kendini göstermez. Politik alanda sömürüye karşı olan ve feminist harekete destek veren bir kadın, kocasının ruhsal olarak kendini sömürdüğünü anlamayabilir ve bir kadın olarak kocasının kendisinden üstün olması gerektiğini düşünerek ona hak verebilir. Ertesi gün aynı kadını Taksim Meydanı’nda “kadınlara özgürlük” mitinginde görmeniz çok doğaldır. Çünkü bazen kategorik hatalar yaparak bizi taşıdığını düşündüğümüz dünya görüşümüzü hayatın her anına yayamayız. Liberal görüşleriyle tanınan birinin çocuk pornocusu olduğunu öğrenmemiz de bu anlamda bizi şaşırtmaz.
Türkiye’de avuç içi kadar demokrat ve liberal olduğu bir gerçek, fakat bu kişileri biz sürekli politik bir arenada görüyoruz ve onların kamusal alandaki hallerini gözlemleme şansımız olmuyor. Çoğu zaman –benim iddiam- kişilik bölünmesi yaşıyoruz sanki ve diyelim Türkiye’nin en demokrat gazetesinde yazmanıza rağmen o gazeteye hiç mi hiç uymayan yığınla yazı yazabiliyorsunuz. Telesiyej, çok eminim, politik olarak Taraf’tan geri durmuyordur; ama politik alandan popüler olanı anlayıp analiz etme alanına kaydığınızda politik olarak taşıdığınız görüş –zihniyetinize bağlı olarak- sizi taşıyamayabilir. Ve kendinizi dünyanın en iyi analizlerini yaptığınızı sanarken bulabilir ve kimse bunları görüp deşifre etmedikçe de bunun farkına varmadan yaşar gidersiniz; çünkü arkanızda Taraf gibi bir gazetede yazmanın “dokunulmaz” demokratlığı vardır. Burada liberallerin düştüğü tuzağı hatırlamakta fayda var; Mahçupyan buna “cemaatin afyonu” demişti. Diğerleriyle (ötekilerle) karşılaştırıldığında doğru tarafta olmanın verdiği gönül rahatlığı ve eleştirilere sinmiş o sahte entelektüellik hissi… South Park’ın yaratıcılarının veya Zizek’in tam da kafayı bu tarz bir liberallikle bozduklarını hepiniz biliyorsunuzdur. Şimdi gelin birkaç örnek verelim:
Zamanında Ayşe Arman Perihan Mağden için “yazdıkları çok güzel ama insan olarak beş para etmez” demişti. Telesiyej buna “Ayşe Arman kendini çok değerli hissediyor, yazdıklarınınsa bir şeye benzemediğini biliyor” diye özetlenebilecek bir cevap yazdı. Demeye çalıştı ki, kişinin yazılarının beğenilmesi kişiliğinin beğenilmesinden daha iyidir. Bu yazıyı ilk okuduğunuzda derhal şunu fark edeceksiniz: Telesiyej, Perihan Mağden’e “insan olarak beş para etmez” denilmesine bozulmuş! Bu kadar! Aslında bütün mesele bu ve gerisi bu cümlenin nasıl entelektüelmiş gibi anlatılmasıyla ilgili… Sahte entelektüellik dediğim şey tam da bu. Ayrıca bırakın Ayşe Arman Perihan Mağden’i beş para etmez bulsun. Ne var bunda? Bunda Mağden’i savunacak bir taraf yok ki? Birisinin Taraf’tan nefret ediyor olması sadece nefret ettiği anlamına gelir, “nasıl nefret edersin?” diye sormanın makul bir tarafı var mıdır sizce?
Telesiyej’in unutamadığım bir diğer yazısında kendisi, tam olarak şuna benzer bir cümle sarf ediyor: ÖSS’den 30 bin sıfır çekenin olduğu bir ülkede elbette en çok izlenen film de Recep İvedik olurmuş (Taraf: 30.01.2010)! Bu tüyler ürpertici iddianın sahibi Taraf’ta yazıyor. Kendisi belki farkında değil ama hem o 30 bin öğrenciyi hem de Recep İvedik’i izleyenleri aşağılamak demektir bu. Bu söylemi biz genelde halkı aşağılayan Kemalistlerden biliyoruz, ama yukarıda açıkladığım gibi, sahip olduğunuz dünya görüşü mutlak (absolute) değildir ve kendini böyle durumlarda deşifre eder. Kendinizi bir anda annenizin sıcak koynundan uzaklaşmış bir halde, gizil halk düşmanlığı yaparken bulursunuz.
Daha yığınla örnek verebilirim ama en favori Telesiyej yazısından bahsetmek istiyorum. Daha yeni yazılmış bu yazıya (06.07.2011) neden tweet kadar ses çıkmadığını inanın anlayamadım. Çünkü bu yazı Telesiyej hakkındaki derdimi en iyi anlatan ve kendisine –bu yüzden- şükran duyduğum bir yazı. Yazı, “Hayvan hakları federasyonu başkanı da hayvan sesinden nefret ederse…” başlığını taşıyor. Taraf’ın “20 Soru” köşesine, başkan Ahmet Kemal Şenpolat konuk olmuş ve en nefret ettiği sesin sivrisinek vızıltısı olduğunu söylemiş! Vay efendim nasıl olurmuş! Telesiyej başlıyor ders vermeye! Yok efendim sivrisinek de bir hayvanmış (bravo) yok efendim sivrisinek saniyede yüzlerce defa kanat çırptığı için bize gelen sese vızıltı diyemezmişiz, yok efendim doğayı seviyorsak doğadaki her hayvanı sevmeliymişiz! Bunlar şaka değil, kendisinin yorumları (South Park'ın yaratıcıları duymasın, çok acayip madara edebilirler adamı). Şu cümleye bakın: “Doğa kusurlu mudur ki onun seslerinden bazılarına katlanamıyor olalım!” En müthişi ise bence şu: “Önünde sonunda bir hayvanın kanat sesleri doğaya aittir çünkü. Doğanın o engin senfonik ses manzumesi içinde yer alan bir sestir sadece.” Nasıl entelektüel değil mi? Senfoniler, manzumeler havada uçuşuyor. Demeye çalıştığım ne yapmaya çalışıyor Telesiyej? Eleştirel olacağım derken kafayı sıyırmaya doğru gitmek demek değil mi bu? Neyin çabasıdır, ne kadar çok akıllı olduğunu gösterme derdi mi? Şaka mı bu? Kendisi ciddiye alacaksa söyleyeyim: iki de bir hakkında yazıp durduğu Hülya Avşar’dan donanım olarak bir farkı yok bence kendisinin. Sadece bu yazıyı yazmış olmak bile bir grup gencin birkaç yıllık espri deposunu doldurması açısından kendisini deşifre etmeye yeter de artar bile.
Twitter kullanmam, ama Telesiyej’in o yazısını okuduğumda –bir kez daha- aklım başımdan gitti doğrusu. Sistemin bireyi izole etmek istediğine dair yazdıkları ve bunun günümüzdeki karşılığının twitter olduğu iddiası nerden baksanız oksimorondan başka bir şey değildir. Yine –bahsettiğim gibi- olan tek şey şudur: Telesiyej twitter’ı sevmemektedir! Bu kadar! Gerisi bir çuval dolusu entelektüel-miş gibi yapan argümanlarla doludur. Perihan Mağden’den, Pavese’den alıntılar yapmak, “teknoloji tabanlı ontoloji kültürü” demek nasıl büyük bir gaf yaptığınızı saklayamaz. Siz tüm entelektüel cümlelerinizle tam “donanımlı” gelirken birisi çıkıp “kendi basit mi basit cümleleriyle” sizi deşifre ediverir.
Demem o ki Onur Öymen’in nasıl biri olduğunu anlayabilmek için illa Dersim gafını yapması gerekmiyordu. Şimdi de aynı şeyi Telesiyej için söylüyorum. Telesiyej’in twitter yorumu bir tesadüf değildir. Kendisinin geçmiş yazılarında onlarca sorun mevcuttur ve bunların çok büyük bir nedeni her şeye eleştirel bakmaya çalışmak hastalığıdır. Kendisine tavsiyem sadece arkasına yaslanıp televizyon programlarını “öylece” izlemesi ve “rahat” olmasıdır. Yoksa bu müthiş entelektüelce eleştiri girişimleri Türkiye’de gülecek malzeme bulmakta zorlanan kişilere her geçen gün ilham vermeye devam edebilir. Benden söylemesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder