Bu Blogda Ara

21 Temmuz 2012 Cumartesi

doğru yalan söyleme sanatı...

Zaman zaman insanlar oldukları gibi olmayı pragmatik açıdan faydalı bulmazlar. Kafalarında bir tip yaratıp o tipin içini doldurmaya başlarlar. Kitap okumaktan zerre hoşlanmayan biri kitap okumaktan hoşlandığını söyleyebilir; popüler müziği çok seven biriyse, bunun kendi gelişimi için 'zararlı' olduğunu düşünüp zorla da olsa jazz dinleyebilir. Bu tip insanlar için 'öz/gerçek' içeride saklıdır ve sadece kendileri tarafından bilinmektedir, 'sahte' olsansa dışarıdadır ve gerçekmiş gibi davranılınır. Örneğin, aslında otoriter ve ataerkil bir erkekten hoşlanan bir kadın, yarattığı 'modern kadın' imajına uymayacağı için böyle bir erkek arzuladığını çevresine söyleyemez. Aynı şekilde geleneksel ve bakire bir kadın arayan otoriter bir erkek de, 'modern' olarak yarattığı imaj bozulmasın diye o imaja uygun, aslında sevmediği kadınlarla birlikte olur. Bu iki tipin, bir gün bir barda karşılaştıklarını düşünün. Şöyle bir sohbet başlasın: 



"Neler dinliyorsun, neler izliyorsun?" 

"İsmail YK'ya bayılıyorum, Serdar Ortaç, Sibel Can da dinlerim. İzdivaç programlarınaysa tapıyorum desem yeri." Kadın bir kahkaha patlatıyor. 

"Valla ben de ne yalan söyleyeyim Hadise, Kenan Doğulu, Soner Sarıkabadayı dinliyorum. Öyle Bir Geçer Zaman ki'yi, Unutulmaz'ı hiç kaçırmadan izliyorum. Hepsi tam benlik." Bir kahkaha da adamdan geliyor. 

"O zaman Ezel'i de seviyorsundur." 

"Hem de nasıl! Öyle bir erkek arzuluyorum deli gibi, ama nerde bende öyle şans!" 

"Öyle deme, belki de ben Ezel gibi biriyimdir ve şöyle eli yüzü düzgün bir kadın arıyorumdur." 

"Hmm, ben de zaten dizini kırıp evinin hanımı olmak için can atıyorumdur, di mi?" 

Sonra karşılıklı kahkahalar atılır ve bu konuşmalar 'şaka' olarak dışavurulurlar. Aksi taktirde gerçekleri söyleme şansına hiç kavuşamayacağızdır ve sanki onları söylemezsek acı çektiğimizi hissederiz. Dolayısıyla yukardaki sohbette konuşulan her şey 'şaka' damgası yedikten sonra, çiftlerden biri "şaka bir yana, ne dinliyorsun gerçekten?" diye sorup konuşmayı gerçeklik alanına çeker veya çekmeye çalışır. Böylece, o ana kadar konuşulmuş olan asıl gerçekler yalan olarak hasır altı edilirken, ondan sonra konuşulacak olan yalanlar gerçeklik damgası yiyecektir. 

"In Bruges" filminde, Ray ve Chloe bir lokantada yemek yiyorlar. Tanıştıklarında kendilerinin kim oldukları konusunda birbirlerine ayrıntılı bir şey söylemişlikleri yok. Ray, Chloe'yi tavlamaya çalıştığı için sadece kendisinin telefonunu alabiliyor, ama kendisini çekilen bir film ekibinin içinde gördüğü için film ekibinden biri olduğunu düşünüyor. Chloe ise Ray'in nasıl oluyor da güvenlik şeridini geçebildiğini merak ediyor, Ray zaten işinin bu olduğunu söylüyor. Böylece Chloe de Ray'in hırsız olabileceğini tahmin ediyor. Bu sanmalar dışında birbirlerini tanımıyorlar. 

Lokantada, haliyle, tanışma faslında Chloe Ray'e ne iş yaptığını soruyor. Ray şaka yollu para için insanlar vurduğunu söylüyor. Chloe bu şakaya gülüyor. "Ne tür insanlar peki?" Papazlar, çocuklar... "Bu işte para var mı?" Papaz öldürünce 'evet', çocuk öldürünce 'hayır'... Sıra Ray'de: Chloe ne iş yapıyor? Ray'in papaz ve çocuk öldürme esprilerine iyi bir cevap veriyor: Belçika film ekibine uyuşturucu temin ediyormuş. Yani kendilerini temsil edecek "sahte-komik" tercihler yapılmış durumda: Ray güya kiralık katil. Chloe de güya uyuşturucu satıcısı. Oysa bunlar bizzat doğrular! Normalde bu kadar 'ağır' doğruları ulu orta birine söyleme şansımız yoktur. Demek ki onları yalan olarak kurarsak kimse bizden şüphelenmeyecektir. Bergman Persona'da yalan söyleyerek doğruyu söylüyordu, In Bruges'daki karakterlerse doğruyu söyleyerek yalan söylüyorlar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder