Türk Dil Kurumu’nda özür; "bir kusurun, bir suçun, elde olmadan yapıldığını ileri sürme" olarak tanımlanıyor. Yani diyelim bilerek değil de küçük bir sakarlıkla elinizdeki dondurmayı arkadaşınızın gömleğinize bulaştırdığınızda, bunu bilerek yapmadığınızı gösterebilmek için özür dilemeniz gerekiyor. “Dondurmayı gömleğine bulaştırdığım için özür dilerim” demek “yanlışlıkla oldu” demek. Burada önemli olan nokta davranışın bilerek veya bilmeden yapılmasıyla ilgili... Eğer bilerek dondurmayı bulaştırırsanız burada özür, yani mazeret öne sürme şansınız da kalmıyor. Bilerek kötü bir davranış yaptıktan sonra bunu telafi etmek için kullanılan kelime özür değil, pişmanlık… “Çok pişmanım” dediğinizde “bilerek yaptım ama daha sonra yaptığım şeyden hiç de memnun olmadım” demek istiyorsunuz. Ayrımlar gayet basit ve anlamlı.
Peki, özür dilemek, bir şeyi yanlışlıkla yaptığını belirtmekse, hepimizin çok basit bir şekilde özür dilemesi gerekmez mi? Örneğin bir gazete yanlış haber bastığında ondan özür dilemesini bekleriz. Gazete özür dileyerek hatayı bilerek değil yanlışlıkla bastığını ima etmiş olacaktır ama gazete bunu yapmaz. O halde bu, haberi ‘bilerek’ bastıkları anlamına gelir. Demek ki, özür dilemeyerek “doğruyu” söylemiş olurlar. Yani özür dilemek illa yapılması gereken bir zorunluluk veya bir çeşit ahlaksal duruş değil, basit bir tercih meselesidir. Özür dilemenin üzerinde taşıdığı o sosyal hayat içerisinde belirlenmiş pozitif anlam bir açıdan yanılsamadır sadece. Yaşlı bir teyzeye çelme çakıp onun düşmesini sağlayan çocuktan özür dilemesini beklemek, bunun bilerek veya bilmeden yapılıp yapılmadığını beklemek anlamında olmalıdır. Çocuk özür dilemiyorsa bir nevi bu da gayet "ahlaki" bir davranıştır çünkü çocuk bu davranışıyla kadına bilerek çelme çaktığını göstermiş olur.
Fakat özür dilemenin evrim sürecinde kazandığı pozitif anlam yüzünden insanlar yalan söylemenin ahlaksal bir yorumunu kazanmış oldular. Şu, yaşlı kadına çelme çakan çocuğu anımsayalım. Bu çocuk, kadına çelme çaktıktan sonra derhal özür dilediğinde aslında bizzat yalan söylemiş olacaktır. Bilerek, kendi istekli iradesiyle gerçekleştirmiş olduğu bir eylemi, bilmeyerek yaptığını söyleyecek, özür dileyecek, dolayısıyla da yalan söyleyecektir. O halde koşulsuzca özür dilemek hiçbir şekilde pozitif, yüzde yüz ahlaki bir duruş olamaz. Hele iki kişi arasında vuku bulmuş bir olaya üçüncü bir kişinin müdahale edip iki kişiden "suçlu" olduğu varsayılan kişi için özür dilemesini istemesi tam bir saçmalıktır. Bir lise öğrencisi, arkadaşının defterine pastel boyayla karalama yapmış olsun. Öğretmenin bu öğrenciye "yaptığın davranıştan dolayı özür dile" demesi neresinden bakılırsa bakılsın tutarsız bir davranış olarak kalmaya mahkûmdur. Bu, başkasından, kendi iradesinin dışında bir şey istemek olduğu gibi, kişi özür dilese bile, bu, o kişinin "doğru" tercihi yaptığı anlamına da gelmeyebilir. Öğrencinin bilmeden/ kazayla pastel boya karalaması yapması mümkün değildir, dolayısıyla savunma olarak özür dilemesi de saçma olacaktır. Öğretmen kendisinden arkadaşına pişman olduğunu söylemesini istediğinde de aynı durum söz konusudur. Öğrencinin pişman olup olmadığı kendisine bırakılmaz, ondan zorunlu olarak pişman olması beklenir. Öğretmeninin zoruyla pişman olduğunu söyleyen çocuk doğru bir şey yaparak yanlış bir şey yapmış olabilir ve bunu pekiştirdikten sonra da sürekli pişman olduğunu söyleyerek yaşayabilir.
Bunun bir benzerini Ermeni Soykırımı tartışmalarında görebiliriz. Bazı liberal aydınlar, Türkiye Devleti'nin soykırım yaptığını kabul etmesini ve devletin bunun için özür dilemesini isterler. Soykırım iddialarına karşı çıkan kesimin aydınları ise asla özür dilemeyeceklerini söylerler. Bu iki kesim arasında asıl "ahlakçı" duruşu, Ermeni soykırımını tanımayan kesimin gerçekleştirdiğini söylemek mümkündür. Çünkü birilerinden yapıldığını düşündüğünüz bir davranıştan dolayı özür dilemesini istemeniz, kendi içinde hiç de tutarlı bir davranış değildir. Bu ancak bir temenni olabilir ama onun ötesine geçmemelidir. Elbette gerçekleşmiş bir soykırımı tanımak ve bunun için pişman olduğunu söylemek çok asil bir davranıştır ve içten içe muhatabınızdan bunu yapmasını istemeniz de gayet anlaşılırdır. Oysa "soykırım yapıldığını kabul etmelisin" veya "soykırım yapıldığı için özür dilemelisin" demek kişinin kendi iradesi dışında ondan duyarlı bir davranış beklemek demektir. Kişinin başkasının isteği üzerine pişman olduğunu söylemesi, pişman olduğunun duyulmasını isteyen taraflarca makul karşılanabilir mi? Üstelik bu, gerçekten ahlaki bir duruş olabilecek fırsatı avucumuzun içinden kaçırmak anlamına da gelecektir. Ertuğrul Özkök'ün Ahmet Kaya'dan özür dilemesini istemek, bu isteğin hemen ardından gerçekleşse, bu durum içinize sinecek midir? Arkadaşının defterini karalayan öğrenciden bunun için özür dilemesini istediğinizde ve öğrenci gönülsüzce özür dilediğinde bu gerçek bir özür olmayacağı gibi, ileride edilecek gerçek bir özrü de engelleyecektir. Öğrenci iki hafta geçtikten sonra hala özür dilemediyse ve artık bir gün özür dilemeye karar verdiyse, tam özür dileyeceği o gün öğretmeni ona bakıp "hala özür dilemedin!" derse; öğrenci o gün özür dilemek istese bile artık özür dilemekten vaz geçecektir. Çünkü bu; özrün; "içten", kendi isteği ve iradesiyle değil; "dıştan", öğretmeninin zoruyla, kendi isteğinin dışında gerçekleştiğinin kanıtı gibi olacaktır. Demek ki ahlaksal bir duruşmuş gibi görünen başkasından özür dilemesini istemek (üstelik haklı bile olsanız) tam tersine kişinin gerçekten özür dilemesini engelleyen, içinde ikiyüzlülük ve sahtelik barındıran bir ahlaksızlığa yol açabilir.
Bizim kültürümüzde özür dilemek yapılması en zor davranışlardan biridir. Hatta kişinin yetiştirilme şekline göre tamamen gerçek anlamda özür dilemektense ölmeyi yeğleyecek yığınla insan bulmak mümkündür. Peki, neden özür dilemekten bu kadar çok korkuyoruz? Özür dilemenin çağrıştırdığı anlamda gizli bir eziklik saklıdır. "Sözünden dönen namerttir", "tükürüğümü yalamam", "pazara değil mezara kadar" sözlerinin gösterdiği gibi "laf ağızdan bir kere çıkar". Bu, öylesine kanıksanmış bir davranış haline gelmiştir ki, erkekliğin ölçütlerinden biri kabul edilir. Dolayısıyla aslında basitçe özür dilenmesi gereken yerlerde bile çoğu kişi bunu bir çeşit negatif bir şekilde algıladığından asla özür dilemez. Bu özür dilememe davranışının altında yatan asıl neden kişinin pişman olmaması, üzgün olmaması değil; bizzat sadece sözünden dönerse hissedeceği travmadır. Bu açıdan özür dilemeyen kişiler dogmatik bir bataklığa saplanıp kalmış, son derece gerici tiplerdir. Oysa bu tür kültürel kodlarla şartlanmamış ve zihniyeti gayet demokrat olan kişiler rahatlıkla özür dileyebilirler. Özür dilemek, onların dünyasında zorlukla karar verilecek bir durum değildir; bu kişiler sadece içinde bulunulan anı düşünüp, bunu kendi süzgecinden geçirirler ve hata ettiklerini veya karşıdakini üzdüklerini düşündükleri anda özür dileyerek rahatlarlar. Fakat özür dileyemeyen ve bu konuda "başarısız" olan tiplere kısaca "gerici" derken; özür dileyenlerin otomatikman -tıpkı özrün taşıdığı anlamda olduğu gibi- "ilerici" oldukları söylenemez.
Şöyle düşünün: bir tartışma yaşanıyor ve bu tartışmanın çıkma nedeni taraflardan birinin öbürüne cahil demesi... Kendisine cahil denen kişi buna fazlasıyla hiddetlenince o da karşısındakine aklına gelen bin türlü hakareti saymaya başlıyor: ukala, kendini bilmiş, kendini bir halt sanan, kibirli, gerici vb. Tartışmanın başlamasını sağlayan "cahil" sözünü ilk eden kişiye A; diğer kişiye de B diyelim. Aradan belli bir süre geçtikten sonra B; A'yı arayıp söyledikleri şeylerin aslında gerçek fikirleri olmadığını, sadece o an çok sinirlendiğini ve bunun için de kendisinden özür dilediğini söylüyor. A ise bu özrün yerinde olduğunu belirtiyor ve teşekkür ediyor. Derken ilginç bir şey gerçekleşiyor: ilerleyen günlerde B ile A'nın arası iyice bozuluyor ve B son kez içindekileri olduğu gibi döken samimi ve son derece gerçekçi bir konuşma yapıyor. Konuşmasındaki "gerçekler" şunlar:
a) cahil diyerek tartışmayı başlatan A olmuştur
b) o hakaretlerin nedeni dolayısıyla A'nın cahil ithamıdır; A cahil ithamında bulunmasaydı, B de o hakaretleri etmezdi
c) buna rağmen ettiği hakaretlerden pişman olup özür dileyen kendisidir (B'dir)
d) o kadar zaman geçmesine rağmen A asla cahil ithamını geri almamış ve özür dilememiştir; oysa kendisi özür dileyerek kendisinin ne kadar "duyarlı" olduğunu göstermiştir
e) kendisi özür dilemesine rağmen A; cahil ithamı için özür dilemediğine göre, demek ki tüm o hakaretleri gerçekte hak etmiştir. Öyleyse B de özrünü geri almakta haklıdır.
Günlük hayatta her an karşılaştığımız bunun gibi olaylarda bazı şeylerin daha görünür hale geldiğine tanık oluyoruz. Şimdi bu örneğe iyice odaklanalım: Özür dilemek, bahsettiğim üzere, taşıdığı negatif anlam yüzünden birçok kişinin beceremediği ve bundan köşe bucak kaçtığı bir şey. Bu, biz istesek de istemesek de, evrim sürecinde basit bir kategorik dogmanın oluşmasına neden oluyor. Bir davranış, bir kültür içinde kategorik olarak iyi ve kötü diye basit bir şekilde ayrılabilir hale geldiğinde, insanlar zihniyetlerine göre bu ikisinden birini memnuniyetle tercih ediyor, hatta bunu tercih ettiklerini deklare etmekten de haz duyuyorlar. Örneğin tablonun kötü tarafında yer alan bir şey bulalım: alkol. İslam'da alkol kullanmak haram, dolayısıyla Müslümanlar içki içmiyorlar. Siz buna inanmıyor, hatta tam tersine alkol tüketmemenin saçma olduğunu düşünüyorsanız, karşı tarafı "kötü" kendinizi "iyi" tarafa koyuyorsunuz demektir. Bu, aynı zamanda duruma göre sizi "doğru", karşı tarafı "yanlış" yaptığı gibi, sizi "ilerici" yaparken onları "gerici" yapar. Derken inanılmaz bir şey gerçekleşir. Sadece şarap içip içmemek üzerinden ilerici ve gerici olunur. Bunun benzeri yığınla örnek bulmak mümkündür. İşte bu ideoloji dediğimiz şeyin bir oksijen gibi bizi sarmasını andırır. Eğer Türkiye'de bir kadın sanatçı, tiyatro sahnesinde tüm cüretkârlığıyla, anadan doğma, gerçekten sevişirse, bu hemen kategorik olarak tabloda iki taraftan birini tercih etmenizi gerektirecektir. Bu sevişmeyi tasvip etmeyenler ve bunu saçma bulanlar derhal "gerici" torbasına atılırken, bunun çok önemli ve ufuk açıcı bir tiyatro eseri olduğunu söyleyenler otomatikman "ilerici" olacaktır. Çünkü bu sahneyi "kötü" bulan bir "ilerici" olmak sizin takiye yaptığınızı iddia etmeye kadar gider. Dolayısıyla belirli bir duruma veya nesneye karşı tavrımızı daha çok bu kategorik şemalar belirler.
Bunu özür dilemek üzerinden tartıştığımızda şunun farkına varıyoruz. Özür dileyenler, dilemeyenlere göre daha "iyi" durumdalar. Demek ki kendinizi içinde hissettiğiniz grup, taşıdığınız zihniyete göre özür dilemeyi dilememeye göre daha pozitif, daha anlamlı ve daha akıllıca buluyorsa, bu, tabloda kendinizi "ilerici" tarafa yazdırdığınız anlamına gelir. Öyleyse, aslında içinde bulunduğu ideoloji ile şekillenen bir zihniyetle asla özür dilemeyenlerle, bu minvalde özür dileyenler arasında hiçbir fark yoktur. Gerici tipin özür dilememesini sağlayan güç, 'tükürüğünü geri yalamaması' üzerine kuruludur. Eğer özür dilemezse ve aslında tükürüğünü yalamazsa, bu gerici tip, kendi zihniyeti çerçevesinde asıl gerekli olan şeyi yapmış olacak ve asıl ilerici olan o olacaktır. Dolayısıyla rahatlıkla özür dileyen ilerici bir tipin özür dilemesini sağlayan güç, en basit anlamda sadece gerici olmak istememesinden kaynaklanır. Onların dünyasında özür dilememek kategorik olarak sonsuza kadar en kötü ve aptalca davranışlardan biridir. Hatta bu anlamda bir ilericiyi gerçekten asıl anlamda zorlayacak şey özür dilememesini sağlamak bile olabilir. Çünkü özür dilemek, eğer bu kategorik dogmaları düşündüğümüzde, hiç de ahlaki ve içten denetimli bir davranış değildir. Tam tersine böyle bir özrün altında iğrenç bir ikiyüzlülük, sırf özür dilendiği için karşı tarafa hissettirilmeye çalışılan berbat bir kibir ve yine özrü sadece iyi sıfatlarla tanımlanabilecek kişiler edebildiği için, kendini özcü olarak bu sıfatlarla tanımlamak isteyen ahmakça bir hayalperestlik yatar.
Özür dilemenin altında yatan hayli çirkefçe bir duygu vardır. Bazıları, yukarıdaki örnekte olduğu gibi, karşılıklı edilen münakaşalarda özrü bir çeşit yem olarak kullanır. Aslında özür, muhatabına birden "sevimli minyatür domuzcuk" göstermektir. Bu inanılmaz şirin domuzcuğu gören muhatap birden kendinden geçecek, az önceki ateşli tartışmayı unutacak ve size sarılıp sizi ne kadar sevdiğini söyleyecektir. Duyulmak istenen tam olarak bu olduğu için dilenen özür hedefi tam on ikiden vurmuş olur. Oysa her şeyin tozpembe olmasını isteyen çok bayağı bir sahtekârlıktır bu. Ve yine özür dilemekte öylesine büyük bir tanrısal güç vardır ki, size karşı özür dilendiğinde adeta üzerinizde bir ağırlık hissedersiniz. Örneğin arkadaşınız size cimri desin, siz de ona geri zekâlı deyin. Siz -ilk olarak- ona geri zekâlı dediğiniz için özür dilediğinizde bu tanrısal bir olaymış gibi algılanır. Sanki özür dilemek tüm kapalı kapıları açan sihirli bir anahtarmış gibi... Dolayısıyla özür dilemek, dilenmesi bu kadar zor ve bu yüzden de bu kadar önemli olduğu için, asla "gerçekten" dilenememe tehlikesiyle karşı karşıya kalır hep. Yani aslında özür dileyen kişi, bir nevi dilediğinin özür olduğunu üstüne basa basa (ama alttan alta) vurgulamak ister. Sanki şöyle der gibidir: "Biliyorum sana cimri dedim, ama tüm egosal sorunlarımı halledip, bunu yapmaktan çekinen tüm o geri kafalı, tamamen ezik tiplere nazaran, gerçek bir medeni insan gibi senden özür diliyorum." Özür -bu anlamda- asla karşıdaki kişiye dilenmez; kategorik olarak, bir dindarın tanrıya dua etmesi gibi dilenir; yani her zaman altında bir -sırf edildiği için- kibir saklıdır ve bir karşılığının olması beklenir. Lütfedilip cimri dendiği için özür dilendiğinde, bu sahte bir "beni eskisi gibi sevmelisin" anlamı taşır. "Özür dilerim sen cimri değilsin" demek, muhatabının dediği cümleyle orantılı "ben aslında geri zekâlı değilim" demektir.
Ve özür dilemek, siz özür dilediğinizde birden sizi "iyi" tarafa taşır. Özür dilemekle dilememek adeta özürden önce ve özürden sonra olmak üzere bir milat yaratır. Bu sihirli değnek, yaptığınız bir hatayı kabullenip sizi eski halinize getireceğine, eski halinizden daha iyi bir hale getirir. Yani arkadaşınıza ettiğiniz hakaretle bir adım geri gidersiniz ama özür dileyerek bir adım ileri atıp eski yerinize geleceğinize, kendinizi üç adım ileride bulursunuz. Bu da, "tükürüğümü yalamam" bakış açısının tam tersi bir anlama götürür bizi; adeta bu kişiler hemen her zaman tükürüklerini yalar ve tükürüklerini yalamaktan da hayli zevk alır hale gelirler. Amerikan filmleri ve dizilerindeki özür dileme sahnelerini gözünüzün önüne getirin. Müzik birden durgunlaşır, hafif bir tona bürünür, konuşma birden ılıman bir hale gelir, bakışlar yumuşar; özür dileyen kişi bir hata yaptığını, aslında öyle demek istemediğini, tam tersine kendisinin çok değerli biri olduğunu söyler. Özrü kabul eden kişi ise bunu sorun etmediğini, aslında bunda kendisinin de hatalı olduğunu söyler ve müziğin tonunun aniden artmasıyla sıkı bir kucaklaşma gerçekleşir. Özür her şeyi çözmüştür. Oysa basit bir "olması gereken" fantezi rüyasıdır bu. Özür dileyenler hatalı olduklarını kabul ederek özür dilerler, fakat her nasılsa "hatalı olduğunu kabul etmeye" olduğundan fazla değer vermiş olduklarını kabul etmezler. Hatalı olduğunu kabul etmek, geriye attığınız adımı sadece geri kazanmak ve tekrar bulunduğunuz yere gelmek anlamına gelmelidir. Fakat her bir özürde, alttan alta, muhatabınızı da "doğru hizaya" getirmeye çalışan bir ima vardır. Bu, "ben senden özür diliyorum, sen de benden özür dile" gibi karşılıklılık isteyen bir ikiyüzlülüktür. Yukarıdaki diyaloğu anımsayalım: B, A'dan, ettiği hakaretler için özür dilediğinde, içten içe kendisine edilen "cahil" ithamını geri aldırmak için çabalamaktadır adeta. Dolayısıyla böylesi tartışmalarda özür dileyen kişi, daha sonra muhatabından da özür dilemesini bekler. Hatta özrü, onun da özür dileyeceğini düşünerek diler. Muhatabından, kendisi özür diledi diye özür beklemek, adeta koşulsuzca/ özcü anlamda varlıktan yokluk beklemektir. Arkadaşınız size cahil der, siz de ona cimri dersiniz. Ertesi gün onun yanına gidip ona cimri dediğiniz için özür dilersiniz, arkadaşınız da gayet rahat bir şekilde "evet, özür dilemen çok mantıklı görünüyor" diye cevaplayıp teşekkür bile etmeden çeker gider. Siz hem teşekkür etmediği için bozulur hem de onun size ettiği hakareti kara kara düşünür halde bulursunuz kendinizi. Çünkü arkadaşınız artık -siz özür dilediğiniz için- cimri olmaktan çıkmıştır; ama o özür dilemediği için siz hala cahilsinizdir. Böylece berbat bir hisse kapılmaya başlarsınız. Sanki arkadaşınız 1-0 öne geçmiştir (üstelik kendi kalenize attığınız golle)! Neden size ettiği cahil ithamı için özür dilememektedir ki? Hey, ne olur sanki "sana cahil dediğim için özür dilerim" dese! Ölür mü? Derken özür dilemek, karşıdan istediğinizi almayınca birden ağır bir yüke dönüşür. Nasıl olmuş da kendisine cahil diyen birinden özür dileyebilmiştir? Ayrıca arkadaşınız gerçekten de cimri biri değil midir? Hem özür bile dilemeyecek kadar duyarsız/ saygısız biridir! İşte bu gibi durumlarda özür dilemeyen değil özür dileyenlerin sorunlu olduğunu görmek gerekir. Özür dilemeye de koşulsuzca pozitif anlam yüklemekten de acilen uzaklaşılmalıdır. Özür dilemek asla karşılıklı yapılan bir müzakere, bir uzlaşma, bir pazarlık değildir. Özür, muhatabımızla değil, kendi içimizle yapılır. Arkadaşınıza bir kızgınlık anında hakaret ettiğinizi düşündüğünüzde aynı şeyi onun için de düşünemezsiniz. Ona cimri dediğiniz için özür dilediğinizde onun da sizden özür dilemesini beklemek onun size yönelttiği ithamdan kurtulmak için özrü sadece bir aracı olarak kullandığınız anlamına gelecektir. Dolayısıyla arkadaşınız size cahil diyorsa ve bunun için özür dilemiyorsa, demek ki o sözü yanlışlıkla etmiş değildir. Sözünün arkasındadır ve bu da onun özür dilemesini gerektirmez. İnsanlardan her ettikleri hakaretten sonra özür dilemelerini beklemek son derece naif ve aptalca bir istektir. Bu, olmasını istediğimiz bir dünya hayal ettiğimizi bize gösteren çocukça bir fantezidir. Özür dilemek ahlakçı bir duruş değildir, sadece bir tercihtir ve anlatmaya çalıştığım üzere; bizzat özür dilemenin kendisi bile son derece ahlaksızca olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder