Marx’ın yaptığı gibi ideolojiyi kötü anlamda kullanacaksak eğer, hemen ‘bir gücün’ bizim gerçeği görmemizi engellediği genellemesiyle başlayabiliriz. Bu genellemeye göre hepimizin ulaşabileceği bir asıl gerçek var, fakat bahsedilen o ‘güç’ sürekli bunu engelleyip duruyor. O güce Marx ‘yanlış bilinç’ demişti, Hegel ‘dünya görüşü’ dedi. Freud bunu toplumun elinden aldı ve bizzat bireyin kendisine verdi: gerçeği görmemizi engelleyen şeyler uzakta değildi yani, bizzat bireyin kendisi, bilinçaltıydı. Derken işin içine kültürel kodlar ve semboller girdi, gerçeğe ulaşmada en büyük engellerden birinin bizzat ‘dil’in kendisi olduğu söylendi…
‘Gerçek’ gerçek’in varlığı yokluğu bir tarafa, içinde bulunduğumuz ve yaşadığımız toplumun daha doğar doğmaz kendi kültürel kodlarını bilinçli veya bilinçsiz bireye aşıladığını biliyoruz. Ahlaki normları da içeren bu kültürel kodlar, daha genel anlamda ‘makro’ bir ideolojiyle birleşince, bir de üstüne tamamen bunlardan bağımsız bir ‘sembolik dil’ eklenince hayatın bize sunduğu metni okumada feci yanlışlar yapıldığını görmek hiç de şaşırtıcı olmuyor.
Geçende mail adresime slayt gösterisi içerikli bir mail geldi. Slaytta peşi sıra sekiz-dokuz resim gösteriliyordu ve bu resimlerin hepsi karlar altında kalmış bir kasabadandı. En sonda şöyle bir soruyla karşılaşıyordu izleyici: “Sizce burası neresi?” Sonra şöyle devam ediyordu: “Hayır, burası Moskova değil, burası İzmir.” Ve mesaj patlatılıyordu: “Güzellikleri uzaklarda arama. Senin vatanın her yerden daha güzel… Yeter ki ara, bul ve değerini bil.” Şimdi bu resimleri hazırlayan ve bu cümleleri yazan, mesaj vermeye çalışan bu kişinin düşünce yapısını analiz edebiliyor musunuz?
İçinde büyüdüğü/ yetiştiği toplumun ideolojisiyle, ‘dünya görüşü’yle sınırlanmış bir fikir yapısının olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bu dünya görüşüne göre içinde yaşanılan vatan toprağı kutsal. Bu, peşi sıra hemen bize şunu söylüyor: vatan toprağı olmayan yerler ise kutsal değil/ lanetli. Devam ediyoruz: kutsal olan yer özcü anlamda sevilmeli. Diğer topraklardan, özcü anlamda nefret edilmeli. Hal böyle olunca, bu kişiye göre Niagara Şelalesi, Düden Şelalesi’nden daha güzel olamaz! Çünkü orası vatan toprağı değil, dolayısıyla kutsal değil. Demek ki bu kişi Osmanlı döneminde, bir imparatorlukta yaşasaymış sinir krizleri geçirmesi işten değilmiş. Diyelim Pasinler Ovası’nın güzelliği üç saat içerisinde bitecek olan savaşa bağlı. Bir kalenin mimarisi fethedilip edilmemesine bağlı vb.
Yaşadığı toplumun ona empoze ettiği ‘ideoloji gözlüğü’nden, bu kişi, dünyayı böyle görüyor. Onun gözünde dünyaya sınırlar çizilmiş. Hayatını bu sınırlar belirliyor. Evreni, doğayı kendi haliyle, gözlüksüz görme şansı yok. Sanki dağları, kanyonları, şelaleleri, travertenleri vb. doğanın kendisi değil de, doğaya sınırlar çizip ona hükmeden insanlar belirlemiş gibi. Gözlükleri öylesine buğulu ki, oradan bakınca bir çiçek asla bir çiçek, bir insan da asla bir insan gibi görünmüyor doğal olarak.
Fanatik Taraf Okuru ismiyle, Taraf’ta 20 Soru köşesini cevaplayan bir demokrat arkadaşımız ise, “duymaktan nefret ettiğin ses” sorusuna, “andımızı okuyan çocuk sesi” cevabını vermiş. Görüyorsunuz, iş ideoloji olunca durum buralara kadar getiriyor bizi. Bu kişi, demokratlık gözlüğünü –verdiği diğer cevaplardan da anlaşılacağı gibi- başka her şeyden fazla gözüne taktığı için olsa gerek, ‘fanatik demokratlık’a doğru gittiğini göremiyor herhalde. Çocuklara zorla okutulan andı sevmeyeceğine, onu zorla okuyan çocukların seslerini sevmiyor bu kişi. Ama hayata bu açıdan bakınca, karşı taraftan biri, en sevmediği sesin ‘kuran okuyan çocuk sesi’ olduğunu da söyleyebilir.
Bu fanatik Taraf okuruyla, yukarıda bahsettiğim diğer kişi, -çok muhtemel- tamamen zıt politik görüşlere sahip olmalarına rağmen, metni okurken aynı hatayı yapmaktan geri durmuyorlar. Böylece ‘ağaç’, ağaç olmaktan çıkıp ideolojik bir nesneye dönüştüğü gibi; ‘ses’ de ses olmaktan çıkıveriyor. Lacan’ın dediği mevzu bu şekilde sonsuza dek sürüyor: gösterilen gösterenin altından sürekli kayıp duruyor. Gösterileni tutup sabitlemek idealistlere göre mümkündü, ama bugün bunun imkansız olduğu üzerine çok büyük bir konsensüs sağlandı bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder