İki kız kardeş var. Büyük olan çok çirkin, küçük olan çok güzel... Yıllar boyunca, bu güzellik ve çirkinlik aralarında hep belli bir mesafenin var olmasına neden olmuş. Güzel olan hep sevilmiş, ilgi görmüş, erkekler onun peşinden koşmuş; çirkin olan dışlanmış, suratına bakan olmamış, yalnızlığa mahkûm olmuş. Şimdi, şöyle bir sahne hayal edin. Bir gün bir balo yapılacak ve bu iki kardeş bu baloya davetli. Güzel olan bundan memnun, gitmek için sabırsız, hazırlıklara başlamayı dört gözle bekliyor. Çirkin olan kayıtsızlık bir yana huzursuz, böyle bir şeyin varlığından bile şikâyetçi, onun için tüm balolar kalksa yeri… Sonra güzel olan, elinde göz alıcı bir tuvaletle gelip ablasına “ablacım, balo için bu tuvalet sana uygun mu, bir dene istersen” diyor. Abla baloya gitmek istemediğini söylüyor. Kardeşi ısrar ediyor. Abla sözünden dönmüyor, kardeş ısrar etmeye devam ediyor ve soruyor: “neden gelmiyorsun?” Ablanın cevabı malum: “çünkü çirkinim, benim gibi çirkin bir kadının baloda ne işi var?” Kardeş cevaplıyor: “Öyle deme abla, sen çok hoş bir kadınsın.”
İşte ben, güzel olan kız kardeşin bu cevap ve yorumundan tiksiniyorum. Yukarıda anlattığım duruma eş, yaşamınızda karşılaştığınız onlarca durumu aklınıza getirin ve düşünün. Üniversitede, kız arkadaşımdan ayrıldığımda, dertlerimi dinleyen bir kız arkadaşım bana “üzülecek bir şey yok, giden gitti, takma kafanı “ gibi giriş cümleleri söyledikten sonra, “tamam, yakışıklı biri değilsin, ama er geç bir kız arkadaş da bulursun” dediğinde, o anda, içimin nasıl bir anda çöktüğünü ve nasıl büyük bir üzüntü duyduğumu bugün bile hatırlıyorum. Her nasılsa, “yakışıklı biri değilsin” cümlesinde, saniyesi saniyesine bu kadar büyük bir acı duymak, daha sonra da çok şaşırtmıştı beni. Çünkü dediği gibi, yakışıklı biri değildim. Aynaya baktığımda bunu anlamam hiç de güç olmuyordu. İşin tuhafı, orada arkadaşım bana “gayet yakışıklı bir çocuksun, sana kız mı yok?” deseydi, bundan, o anda olduğundan daha kötü hissedeceğime de emindim. Yakışıklı olmayan birine yakışıklı olduğunu söylemek, benim dünyamda, bir iltifattan ziyade bir hakarettir. O halde bu ikisinden birini tercih etmek zorunda kalsam, muhtemelen acı verici olan gerçeği tercih ederim.
Ama adına “başkalarını sevmek” denilen bir şey, bizi mutlu etmek adına, bize yalan söylenmesi gerektiğini söylemiş insanlara. “İyi” insan olmanın yolunun bundan geçtiği var sayılmış. Güzel kız kardeşin, ablasına karşı iyi olmasının nedeni, ablasını çok sevmesi ve onu üzmek istememesi… Peki, hayat çok basit anlamda, bize verilmiş paket kavramlardan mı oluşuyor? Çirkine çirkin demek kötüyken, güzel demek iyi mi olmuş oluyor? Bizim anlayamadığımız şey, bu kavramların kesin hatlarla birbirinden ayrıldığını sanmamız. Çok gerçekçi olup, çirkin birine net bir şekilde “sen çirkinsin, baloya gelme” demekten bahsetmiyorum. Bunun taşıdığı anlam ve karşıdaki kişiye verdiği zarar ortada, biri çıkıp da, “ama gerçekler böyle” derse, onun hayat hakkında pek de bir şey bilmediğini söyleyebiliriz. İyi ama, çirkin birine çirkin olduğunu söylemek veya bunu ona hissettirmek onun üzülmesini sağlıyorsa, bunun tam tersini yapmanın onu mutlu edeceği nerden çıkmış? “Başkalarını sevmek” adına yola çıkmanın, iyi bir insan olmaya çalışmanın erdemini anlayabiliyorum; ama amacın bizzat kendisinin (amaç çok yararlı ve iyi olduğu için) o amaç uğruna yapılacak eylemin kendisine zarar verip vermediğine dikkat etmiyoruz. İyi bir amaç uğruna yola çıkan bir anneyi düşünün. Oğlunun üşümemesi için üzerini yorganla örten ve sonra huzur içinde odadan çıkan bir anne… Yorganı, oğlunun üzerine çekip, odadan çıkmak, hatta çıkmadan önce çocuğu öpmek “iyi” kategorisine rahatlıkla dâhil edilebilir; ama, çocuğun açıkta bir yeri olup olmadığı, yorganın kirli olup olmadığı, aynı zamanda çok kalın veya çok ince olup olmadığı, kumaşının çocuğun alerjisi olan bir kumaş olup olmadığı ve bunun gibi bir sürü özellik de iyilik dediğimiz kavramın içinde olmalıdır. Hiçbir zaman bizzat başlı başına iyilik adına yapılan eylemin saf şekilde iyilik olduğunu iddia edemeyiz, çünkü iyilik, iyilik için yapılan eylemin ötesine taşan, o eylemden çok daha fazlasını taşıyan bir kavramdır. Dolayısıyla çirkin birine iyilik yapmak adına “sen çok güzel birisin, kendine ne olur böyle şeyler söyleme” demek, karşıdaki kişiye iyilik yapmak veya onu sevmek demek değildir. İyilik adına yapılan buna benzer hemen her davranışın altında başka bir neden vardır. Çirkinliğin ne demek olduğunu deneyimleme şansı olmayan ve bunu hiçbir zaman bilemeyecek olan güzel kız kardeşin, çirkin ablasını sevmesi ve onun güzel olduğunu düşünmesi; kendisinin son derece rahat ve olayın dışında olmasından kaynaklanır. Çok güzel bir kadının, çirkin kadınları güzel bulduğunu söylemesinin inandırıcılığı her zaman sorgulanmak zorunda kalır; belki de her bir çirkinliğe övgü aslında kişinin kendi güzelliğine yaptığı bir tapınmadan başka bir şey değildir. Ne de olsa güzelliğe değerini veren çirkinliğin olmasıdır. Doğal olarak güzel tarafın çirkinliği beğenmesi, ona nezaketle yaklaşması, onu bağrına basması gayet mantıklıdır ve peşine bedavadan “iyi” de olur bu kişiler; ama aynı şeyi karşınızdaki muhatap için düşünmeniz mümkün değildir.
Bir gün arkadaşımla, çirkin bir kızın fotoğraflarına bakıp sohbet ediyorduk. Ben, bu çirkin kızla çıkmayı planlıyordum ve onun fotoğraflarını gösterirken bir taraftan ondan bahsediyordum. Ama her fotoğrafta, ikimiz de dayanamıyor ve tekrar tekrar, kızı her gördüğümüzde ne kadar çirkin olduğunu vurgulamak zorunda kalıyorduk. Bilgisayar başında bizi izleyen başka bir arkadaşımız, biz böyle dedikçe nihayet araya girdi ve bize bunu yapmamamız gerektiğini söyledi. Ben nedenini sordum, o da “bu çok yanlış bir şey” demekle yetindi. Neye göre yanlıştı peki? Cevap çok anlamlıydı: “insanları dış görünüşüne göre yargılamamalıyız!” Ona şöyle cevap verdim: “birincisi; kızın çirkin olduğunu söylerken, sadece kızın çirkin olduğunu söylemiş oluyorum, çünkü kız çirkin; ikincisi, kızın kendisi burada değil, muhakkak burada olmuş olsaydı, gözü önünde onun ne kadar çirkin olduğunu söyleyip, durduk yere onun moralini bozmak da istemezdik.” Sonra o inanılmaz soru geldi: “madem bu kadar çirkin olduğunu düşünüyorsun, neden çıkmak istiyorsun o zaman?” Bir kahkaha patlattım ve dedim ki: “çünkü insanları dış görünüşüne göre yargılamıyorum!”
Bu örnekten öğrendiğimiz şey şu: insanlar iyilik ve kötülük kavramlarını kategorik olarak birbirinden özcü anlamda ayırmayı öğrenmişler. Topluma girdiğimiz zaman toplumsal kurallar dediğimiz belli başlı görgü kurallarını, pek de düşünüp irdelemeden “ezberliyoruz”. Yaşlılara yer vermek, yalan söylememek, yere çöp atmamak bunlardan bir kaçı… Yukardaki örnekteki ezber ise ‘insanları dış görünüşüne göre yargılamama’ ezberi. Bunun anlamı da şuna tekabül ediyor: suratı yanmış bir kişi yanınızdan geçip gidiyor ve siz “aman Allah’ım, midem ayağa kalktı” diyorsunuz. Suratı yanmış ve pek muhtemelen sosyal hayatta kendisini hiç de rahat hissetmeyen bu kişi, bu cümleyi duysa, zihniyet yapısına göre ya sinirlenecek ya da kalbi kırılacaktır. Ama o yokken dahi hislerimizi açık açık konuştuğumuzda, kendini o kişinin yerine koyan ve belki de aşırı-empati kuran biri bizi uyaracaktır. “Kendinizi onun yerine koyun” diyecektir. “Onun hakkında böyle konuşmayın!” Oysa bu ezber-cümlelerini kuranların bu cümlelerin toplum için çıkış nedenlerini anlamadıkları ortaya çıkar. Yapılması gereken hissettiklerimizi yok etmek veya onlar yokmuş gibi davranmak değil, o hisleri, o hislerin doğmasına neden olan muhatabımıza (o da duruma göre tabii) yansıtmamaktır. Suratının tamamı yanmış birine baktığınızda midenizin bulanması gayet normaldir ve bunu dışarıya aktarmanız/ söylemeniz de gayet normaldir. Sistem bizden başkasını asla çirkin bulmamamızı değil (bu mümkün değildir), çirkin bulduğumuz kişiye bunu yansıtmamamızı ister. Dolayısıyla birini çirkin bulmak özcü anlamda asla “kötülük” hanesine yazılamaz.
Yukardaki örnekte, “neden o kıza çirkin diyorsunuz?” diye soran kişi, sadece bu soruyu sorarak kategorik olarak “iyi” tarafa geçmiş olur ve bu sohbette iyiliğin sembolü haline gelir. Belki bu konuşmalar olduğu gibi topluma açılsa ve toplumdan karar vermesi istense sırf kıza çirkin dediğim için ben terbiyesiz, bunu terbiyesizce bulduğu için de o, terbiyeli olarak görülecektir. Belki bu sohbet benim çirkin dediğim kıza da gösterildiğinde, kendisi benim çirkin ithamıma hayli üzülecek, bana çirkin dememek konusunda çıkışan arkadaşa da sempati besleyecektir. Hâlbuki burada gerçekleşen şey, bu kişilerin ‘kendi özgür iradeleriyle’ ahlaksal bir duruş sergilemeleri değildir, bu kişiler kendilerine öğretilen görgü kurallarının sadece uygulayıcısıdırlar. Bir davranışı sadece ‘öyle’ olduğu için uygulayan biriyle, ‘gerçekten’ eyleme geçen iki kişi arasındaki farkı anlamamız mümkün müdür peki? Bir kıza bakıp “ne kadar çirkin” diyen biri ile “insanları dış görünüşüyle yargılamamalısın” diyen biri arasındaki ahlaksal duruşu birbirinden ayırt edebilir miyiz? Bağlamına göre değişebilen bir durumdur bu ve bu örnekte bunu ayırt etme şansımız var.
Kıza çirkin dediğimde ben, tablonun kötü tarafına yerleşiyorum; oysa arkadaşımın “insanlara çirkin dememelisin” nezaketi tablonun iyi tarafına yerleşiyor, ki bu nezaketin temeli tam bir yüzeysellik üzerine kurulu. Çünkü çirkin bulduğum bu kızı çok beğenen ve onunla birlikte olmak için çabalayan kişi benim. Çirkin olmakla (kötü) onunla çıkmak istemek (iyi) arasında bağ kuramayan arkadaşımın, işin içinden çıkamayınca sorduğu o soru; savunduğu o ahlaksal duruşun içinin boş olduğunun da kanıtı: “madem bu kadar çirkin, neden onunla çıkmak istiyorsun?” Demek ki kişinin iç dünyasını hiç önemsemeyen ve dış görünüşün kendisine daha çok önem veren kişi kendisi. Buradaki mesele de dürüstlük ve samimiyet. Arkadaşım da belki kızı çirkin bulmuştur, ama ne olursa olsun onu güzel bulmayı nezaket sanıyorsa, bu davranışında ne dürüstlük ne de samimiyet vardır. Üstelik bu ömrü boyunca kimseyi çirkin bulmayacağı anlamına da gelir, ki burada karşımıza çıkan kavramın akılla hiçbir ilişkisi yoktur.
Bacağı olan olmayanı, güzel çirkini, kilosu yerinde olan bir obezi ne kadar empati yaparsa yapsın anlayamaz, anlaması mümkün de değildir. Burada iki uca ayrılmış kategorik “iyi” ve “kötüden” uzak durulması gerektiğini söylemiştim. İyi tarafta olmak adına nezaket gösterisinde bulunup, çirkin olduğunu adınız gibi bildiğiniz ablanıza “sen çok güzelsin, kendine çirkin diyerek hakarette bulunma” deyip, onu zorla baloya davet etmek, bizzat onun hislerini önemsemeyip, ona hakaret etmektir. Şunu kabul etmemiz gerekiyor: şişman insanlar şişmandır, cüceler cücedir, özürlüler özürlüdür, çirkinler çirkindir, yaşlılar yaşlıdır… Özürlülerin özürlüler maratonuna katılmasının nedeni de budur! Tekerlekli sandalyedeki arkadaşınızı basketbol oynamaya davet etmenin lüzumu yoktur. Nezaket (iyilik); koşulsuzca doğruyu söylemek olmadığı gibi (sen çok şişkosun) koşulsuzca yalan söylemek de (sen çok akıllısın) değildir. Empati, kendimizi o kişinin yerine koyup, o kişinin arkasından “göğüsleri yere değiyor” diyenlere kızmak demek değildir. Empati, bunun size karşı direk söylendiğini hayal edebilmektir. “Göğüslerim çok büyük ve sarkmış olsaydı ve biri bana “göğüslerin yere değiyor” deseydi ne hissederdim?” Empati budur. Arka bahçede ne konuşulduğunu 200 kiloluk birinin –konuşulmuyor bile olsa- tahmin etmesi zor değildir. Gerçeklik; insanların 200 kiloluk birinin arkasından onunla alay etmesi (kötü) veya onu gördüklerinde nezaketen gülümsemesi (iyi) değil, 200 kilo olmanın bizzat kendisidir.
Baloya davet edilen kızlardan güzel olan kız kardeş, ablasının çirkin olduğu gerçeğini kafasında sürekli taşıyarak gezmelidir. Referans alınarak davranılması gereken kavram iyi olmak, nazik olmak gibi kavramlar değil bizzat gerçeklik olmalıdır. Çünkü ancak gerçekliği göz önüne alarak iyilik yapma şansına kavuşuruz. O zaman, baloya gelmek istemediğini söyleyen ablanızı “anlamaya” başlar, onun hislerini daha rahat okur ve ona (nazire yaparcasına) “çok iyi” bir tuvalet almaktan vaz geçersiniz. Gelmesi için ısrar etmekten kaçınır, onu “güzellerin” dünyasına çekmenin saçma olduğunu bilirsiniz. Balodan dönüşte balodaki kızların hiçbirinin güzel olmadığını değil (çünkü bu yine de ablanıza çirkin olduğunu hatırlatacaktır), hiçbirinde espri yeteneğinin olmadığını söylersiniz. Çok iyi espri yapan ablanıza nazik davranmanın yolu iyiliği kabaca kategorileştirmek değil, onu eğip büküp deneyimlenebilir hale getirmektir. Doğada saf durumlar yoktur çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder