Bu Blogda Ara

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Postmodern bir gazete çıksa...

Ağustos ayıydı. Oturduğum apartmanın karşısında bir inşaat çalışması aylardır sürüyordu. Zaman zaman balkona çıkıp işçileri izliyor, onlara başımla selam veriyor, “kolay gelsin” diliyordum. Bir gün, yine çok sıradan bir şekilde işçileri izlerken, içlerinden biri üzerinde durduğu tahtada dengesini kaybeder gibi oldu (ayak kayması gibi değil de, daha çok baş dönmesindendi galiba). Ben yerimden büyük bir korkuyla kalktığımda, işçi, –mucize eseri mi demeliyim- toparlandı ve hiçbir şey olmamış gibi işine devam etti. İşte tam o anda aklıma bu işçinin öldüğü geldi.


Hayatı, zamanın başında, anlamlandırabilmek için bir ‘anlamlandırma aleti’ yarattık. Bu alet bize, belli bir şeye göre neyin iyi neyin kötü olduğunu söylüyordu. Örneğin, otobüste öpüşmek kötüydü; büyüklerin karşısında ön iliklemek iyiydi. Bu soyut anlamdaki ‘alet’ dediğim şey, çok büyük ölçüde ‘dil’le yaratıldı. Dilin içine bir girdiğimizde bir daha çıkamıyor, hayatımızı bu ‘kafes’in içinde inşa etmeye başlıyorduk. Dil dediğimiz şey, kumdan kaleler yapmak demekti. Anlamak-anlaşmak için dili kullanıyorduk ama zaten dilin kendisi, ‘anlaşmaya’ müsait bir şey değildi. Biz, kalelerimizi yapıp duruyorduk ama bir dalga gelip hepsini yıkıveriyordu. Haliyle, bu kafesin içinde hayatı ne kadar anlamlı kılabiliyorsak o kadar anlamlı kılabiliyorduk. Evet, birileri çıkıp “ne kadar anlamsız” diyordu ama aldığı cevap onun sesini kısıyordu: “bundan daha anlamlısı yok!” Halimiz Ikarus’a benziyordu. Kanatlarımızı anlamlandırabilmek için daha yükseğe uçmalıydık, fakat yükseğe uçarsak da düşüyorduk.

Düşünsenize, bir gün gazetenizi açıyorsunuz ve şöyle bir haber: “Bugün Tuzla’da bir işçinin daha ölmediği tespit edildi.” Bize verilen bu ‘dünya’nın bizim zihnimizde yarattığı ‘gerçeklik’, böyle bir haberle karşılaşmayacağımızı içten içe bize söylüyor. O ‘alet’e göre, bunun olması anlamsız. Çünkü kendi ellerimizle yarattığımız ‘gerçeklik’ bize bir insanın ölmemesinin haber olamayacağını söylüyor. O gün, dengesini son anda toparlayarak düşmeyen işçi, haber olmaktan son anda kurtulmuş oldu. Eğer düşmüş olsaydı ve yaralı olarak kurtulsaydı, eh, bu da haberdi. Böylece Tuzla’daki filika faciasında, bu facianın su yüzeyine çıkmasını sağlayan şey 16 işçinin denek olarak filikaya doldurulması değil, 3’ünün ölmesi oldu. O üç işçi ölmeseydi, biz bu faciadan haberdar olur muyduk sizce?

Şimdi de aynı şeyi Bursa’daki grizu faciasında yaşadık. 19 işçi öldü ve işçilerin ne kadar kötü koşullarda çalıştıklarını, ölümün aslında “geliyorum” dediğini filan gazetelerde okuduk. Bu işçiler ölmediklerinde onlar hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Onların yaşam koşulları umurumuzda bile değildi, elimize kameramızı alıp ölen babanın evine başka türlü gitmezdik. Ben, bu iğrenç ‘dil’in ve bu ikiyüzlü ‘gerçeklik’in değişme şansının olduğuna inanmıyorum elbette, ama yine de buna bir alternatif getirebileceğimizi düşünüyorum.

Bir gün Türkiye’de, tamamen post-modern bir gazete çıksa… Düşünce sistemlerimizi allak bullak eden, zamandan ve mekândan bağımsız, gerçeklik algımızı çökertecek bir gazete… Örneğin bir gün manşetinde zamanı 12 Eylül olarak verip “hoş geldin darbe” diyebilen… Zamanı istediği gibi ileri sarıp, 2045’ten bir haber verebilen… Birinci sayfayı hastalanmış bir köpeğe ayırabilen… “40 yıllık inşaat mühendisi Mehmet Bey, bugün evine sağ salim vardı, trafik kazası geçirmedi, ölmedi” diyebilen bir gazete. Biz, bize verilen dilin kısıtlı çerçevesi yüzünden, ÖSS’de birinci gelmiş birini haber yapıyoruz; ne bileyim 678. kişi veya sonuncu kişi umurumuzda olmuyor (aslında birinci kişinin de olmaması gerekir, ama öyle olmuyor). Hülya Avşar haber oluyor, Avşar’ın hizmetçisi değil. Bir gün de bir film setinin çaycısını (yönetmenini, senaristini değil) haber eden bir gazete çıkar mı? Neden hep haber olabilmek için hayatın bir tarafında olmak gerekiyor? : Bir genç yolda giderken üstüne çamur sıçrıyor, “bütün pislikler beni buluyor” diyor (ne kadar haklı) ve bunu üzerine alan sivil bir polis tarafından vuruluyordu. Hatırladınız mı? O gencin “pisliklerini” haber yapamadık (kim bilir ne sorunları vardı), gittik ölümünü yaptık. Şehit olan askerlerimizin boy boy resimlerini koyuyorlar. Bir gün de şehit olmayan askerlerimizin resimlerini koysalar… Olmaz değil mi? Yaşayan çok asker var, o kadar asker için kâğıt yetmez…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder