Bu Blogda Ara

21 Temmuz 2012 Cumartesi

sosyalizm tartışmasında eksik olan şey...

Taraf’ta bir tartışma var. Bu tartışmada Halil Berktay yalnız kalmış durumda. Henüz Etyen Mahçupyan olaya dâhil olmadı. Tartışmanın taraflarında Nabi Yağcı, Roni Margulies, Murat Belge var. Tartışma da Halil Berktay’ın “sosyalist sola” giydirmesiyle başladı. Dedi ki Berktay, “kardeşim bana, ‘ben hala sosyalistim’ diye gelmeyin”. Herkes kendisinin solcu olduğunu, bu solun kökeninin ise marksist/sosyalist sol olduğunu iddia ediyor. Murat Belge kendine duygusal bir refleksle ne kadar sosyalist derse desin, açıkçası kendisi –benim gözümde- liberal sola daha yakındır; zaten bu yüzden ben bu üç “solcu” arasında en çok Belge’yi severim. Roni Margulies ile Nabi Yağcı, kendilerini, BDP-PKK tartışmalarında belli eden ve bahsi geçen solculuğa daha yakın olduklarını hissettiren yazılar yazdılar. Örneğin Roni Margulies’in “solcu” olduğunun en iyi kanıtı yakın zamanda yazdığı “kim ne yaparsa yapsın, her zaman Devlet suçludur ve savaş hep Devlete verilir” ana fikirli yazısı… Tipik bir sol görüş ve Margulies bu görüşü taşıyor… Nabi Yağcı “KCK tutuklamalarını eleştirmek, BDP’yi kapatmaya destek olmaktır” diye kes(k)in hatlar yarattığı yorumlar yapıyor. Bu solcuların (liberallerin de elbette) en büyük hatası kontekste göre fikirleri en uca çekme hastalıkları… Örneğin İslam’a pozitif ayrımcılık yapmayı çoğu liberal ve solcu gibi ben de hep destekledim çünkü bu ülkeyi müslümanların bir yerlere taşıyacağına inanıyorum. Ama bunun gazına gelip o dönem Margulies, “zaten İslam’ın hiçbir suçu yoktur; Gerçek İslam’ın içinde ırkçı ve milliyetçi damar bulamazsınız” deyince açıkçası uçuşa geçmişti. Tamam, İslam’a –özellikle bu dönem- destek olmak çok faydalı ve işlevsel bir durum, ama bu topyekün birden İslam’ı “ne kadar cici din” yapmalı mı? Bunun tıpkısını Margulies de Yağcı da Belge de sosyalizm için yapıyorlar. Onlar için sosyalizmin hiçbir suçu yok (yok derken, elbette var). Tarihte gerçekleşen sosyalist rezillikler yanlıştır ama bu sosyalizmin yanlış olduğu anlamına gelmez. O yüzden, hata yapmış olan değil, “doğru yapması beklenen” sosyalizm hep sevilir ve sevilmeye devam edilir hale geliyor (Halil Berktay’ın güzelce açıkladığı gibi).


Açıkçası bu mantık akıl almaz derecede boş ve anlamsız. Anlaşılan sosyalistler için sosyalizm bir üst-kimlik olmuş durumda. Yani “insan” olmak gibi bir şey onlar için sosyalizm. İnsan, iyisiyle kötüsüyle insan... Ama yine de “ben insanım” dendiğinde, pozitif bir anlamı var bunun dikkat edersiniz. İnsan’ın çağrışımı “iyi” bir çağrışım… Dolayısıyla sosyalizm de böyle bir şey. “Ben sosyalistim” demek, “ben insanım” demek. Bu gösterenlerin (signifier) bir evrensellik çatısı altında (çok güçlü şekilde=dogmatik?) sabitlenmesinin/ sabitlenmeye çalışılmasının altında yatan neden nedir? Bunun cevabı modernizmdir. Aslında hem liberalizm hem de sosyalizm aynı zihniyetin kökeninden çıkmış iki kardeştir. Habermas’ın postmodernlere kızmasının mantığı tam da budur. Çünkü Habermas postmodern bir dönemde değil, geç modernlik döneminde yaşadığımızı iddia etmiştir. İçinde bir taraf o “asıl” modernliği bir türlü bıramak istemedi Habermas’ın. Bu “asıl” Bir Şey’i -X'i- (Batı’nın taptığı değişmeyen özcü töz?) bırakamayanların/ bırakmak istemeyenlerin argümanları da hep aynı oldu: Aydınlanmacıların dediği: “yolundan sapan şey akıl değildir, araçsal akıldır”. Gerçek akıl hala vardır ve o bizi kaosa değil aydınlığa götürecektir veya götürmeye devam edecektir. Yani her zaman bir kurtuluş, çıkış vardır. O akıl gerçek akıl değildir, kötü akıldır. O İslam gerçek İslam değildir, kötü İslamdır. O sosyalizm gerçek sosyalizm değildir, faşist sosyalizmdir. Bunun altındaki zihniyet, bunu böyle belleten ve söyleten de bizzat modernizmdir (Derrida'cı iz sürme yapmıyorum, yoksa Platon'a kadar yolu var). Yani aslında üst-kimlik “insan”, “sosyalizm” filan değildir, üst-kimlik modernizmdir ve bu kimliksel duruş terk edilmediği sürece bu ideolojik manevralar da asla durmaz.

Etyen Mahçupyan, bu açıdan yine tüm bu isimlerden bambaşka bir yerde durmaktadır. O, sadece otoriter ve demokrat zihniyetlere bakmakla meşguldür. Çünkü gerisi zaten modern dünyanın yarattığı etiketlemelerden oluşmaktadır. Mahçupyan, dünyada muazzam bir düşünsel değişimin meydana geldiği ve bunun üst-kimlik dediğimiz duruşları kökünden değiştirdiği kanaatindedir. O, etiketlere veya laflara değil, bunların ardında yatan zihniyete bakmayı uygun görür. Örneğin Mahçupyan’a “kimin gerçek sol olduğu” sorulacak olsa onun bu soruyu “şu, şu, şu” diye cevaplaması mümkün değildir, çünkü insanların kimliksel duruşları sabitmiş gibi görünse de zihniyetleri sürekli değişmektedir. Berktay’ın kafayı taktığı “bu kişilerin sosyalist olup olmadığı” tartışmasında önemli olanın sosyalizm etiketi (tabu kelimesi) olduğu görülür, oysa aynı kitapları okuyup aynı siyasi görüşü taşıyan iki sosyalistin görüşleri birbirinden farklı olabilir (ikisi de solcu olan iki insandan biri referandumda “evet” oyu verirken öbürünün çekimser kalması gibi)... Mahçupyan bunun peşindedir. O yüzden de birisi Mahçupyan’a “ben komünistim” dediğinde Mahçupyan ona (Berktay gibi “komünizm diye bir şey kaldı mı yahu?” demektense) “demokrat bir komünist misin yoksa otoriter mi?” diye soracaktır (neticede insanların kendilerini nasıl gördükleri de yine onların kendi zihniyetleriyle şekilleniyordur). Aynı şekilde “insan” olduğunu söyleyen birinin de solcu veya sağcı olup olmadığını değil, demokrat veya otoriter bir insan olup olmadığını merak edecektir. O halde esas aşılması gereken şey modernizmin taşıdığı ve her şeye bulaştırdığı zihniyettir çünkü aksi takdirde Halil Berktay’ın çok haklı bulduğum sosyalizm eleştirileri sadece “gerçekleri söyleme” seviyesinde kalır ve sadece gerçekleri söylemek diyalog ve ikna yöntemlerine oranla çok da “demokrat” bir durum değildir. Örneğin kendine solcu diyen biri aslında sağcı olabilir ve bu kendine solcu diyen sağcı kişinin deşifre edilmesi bize sadece ego tatmini sağlar (bilginin gücü); oysa bizim yapmamız gereken şey kişinin kendini nasıl gördüğüne bakmak değil (bırakın kendine ne derse desin), kendini tanımladığı görüş içerisinde demokrat olup olmadığını tartışmaktır.

Bu bakış açısından bakıldığında yazdıklarına büyük bir hayranlıkla baktığım ve tartışmada kendisini haklı bulduğum Berktay’ın haksız olduğunu görüyoruz. Çünkü tarihsel sosyalizmin ölmüş olması ve kendine sosyalist diyen bu kişilerin soyut bir sosyalizme sırtlarını dayadıkları malum; ama bırakalım öyle kalsın. Önemli olan Noel Baba’nın gerçekte var olmadığına çocuğunu inandırmak değildir; çünkü Noel Baba’ya inanan ve yine de son derece dürüst ve demokrat bir evlat yetiştirilebildiği gibi; Noel Baba'ya inanmayan ama son derece ataerkil ve otoriter bir evlat da yetiştirilebilir. Bizim halletmemiz gereken sorun budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder