Bu Blogda Ara

21 Temmuz 2012 Cumartesi

hayallerimizin bir sınırı var mıdır?

Ailecek bir film izliyoruz. Televizyonda, önemli bir sahnede, kötü adam; çantasını masanın üzerine koyup, usulca açıyor ve içindeki paraları bize gösteriyor. Deste deste paraların bize görünmesinden sonra annem şöyle bir cümle kuruyor: “Şu paralardan iki deste de bize verseler keşke.” Peki, neden annem paranın tamamını istemiyor? Neden, “şu çanta keşke bizim olsa” demiyor da, gayet mütevazı davranıp iki desteye kadar düşüyor? Hayal kurma yeteneğinden yoksun olduğundan mı? Elbette hayır, tam tersine hayal kurma yeteneğine sahip olduğu için. Hayallerimiz sınırsızca kurabileceğimiz, ucu bucağı olmayan şeyler mi? Hem öyle, hem değil.



Hayal kuruyoruz, çünkü içinde bulunduğumuz durumdan memnun değiliz. Bu, hayal kurmamızın en basit nedeni ama hayal için illa durumumuzun kötü olmasına gerek yok. Hatta durumumuzun iyi olması bizi daha fazla hayal kurmaya bile itebilir. Yani hayal kurmak bir nevi boş zaman aktivitesi, sevdiğimiz bir eylem. “Sevdiğimiz” sözcüğünü italik yazmamın nedeni zaman zaman öyle olmadığını da ima etmesinden. Hayal kurmak, sınırsız bir dünyada gezinmek anlamına geliyorsa ve o dünyada istediğimiz şekilde hareket edip istediğimizin gerçekleştiği bir yapı kuruyorsak neden sevilmeyen bir şey olsun ki öyleyse? Oluyor çünkü kurulan her hayal, içinde hiç gerçekleşmeyebileceği gerçeğini de barındırıyor. Diyelim fakir bir adam dayalı döşeli bir ev, bir araba ve iyi de bir iş hayal etsin. Kurduğu bu hayaller ona bir anlığına zevk veriyor olabilir, o anları gerçekmiş gibi düşünmek suratında geniş bir gülümsemeye yol açıyor olabilir. Ama hayalin kurulmaya başlandığı ilk saniyede, bilinçaltımız bize kurulan bu hayalin az sonra yıkılacağını da hayali kurmaya başlar başlamaz fısıldıyor. Böylece kısa süreliğine zengin olma hayalini kurmaya başlamak, zaten fakirin kendine fakir olduğunu kanıtlaması, bunu ona hatırlatması anlamına geliyor. Yani hayali kurmaya başlamak yanında bir bedel de gerektiriyor: gerçeği kabullenmek. Kurulan her bir hayalde kendimizi çarmıha germek zorundayız. O zaman, hayal kurmak inanılmaz zevkli bir eylem olmaktan çıkıp, tam tersi bizi son derece mutsuz eden bir ruh haline sokuyor. 

Hayal kurmak gibi bir aktivitenin en sorunlu tarafı, sınırının olmaması... Biz insanlar her ne kadar sınırsız özgürlüğü sevdiğimizi ve onsuz yapamayacağımızı söyleyip dursak da ve hatta bunun belli başlı kurallarını koyan kutsal kitapları, bu yüzyılda lanetlesek de, bugün bu noktaya gelmemizin nedeninin kutsal yasaklar koyan o kitaplar olduğunu biliyoruz. Çünkü hareket etmemizi sağlayan bir referans noktası bulamadığımız anda boşluğun içinde kaybolup gitmekte çok maharetli bir ırkız. O yüzden de her şeyin sınırsızca mümkün ve makul olduğu, hiçbir yasağın olmadığı bir dünyada rahatlıkla delireceğimizin de bugün farkındayız. Yani sevmediğimizi söylediğimiz kurallar, sınırlar ve tabular; bizi hayatta tutmak için kurulmuş ve yapılanmışlar. En basit anlamda tüm spor müsabakalarındaki koyulan kuralları düşünün. Basketbol oynarken çok liberal kesilip, “niye zıplatmak durumundayız şu topu, alıp elimize istediğimiz gibi koşalım” dediğinizde, evet sınırsız bir dünya kurarsınız ama tüm eğlenceniz de elinizden alınır. Sartre, bunu fark ettiği için, insanın en büyük lanetinin sınırsızca özgür olması olduğunu söylemişti. İnsanlık, tarih boyunca mutlu olabilmek adına, kendine sınırlar koymak için uğraşıp durmuştur ama Sartre, ne kadar kural koyulursa koyulsun, bu akıl almaz sınırsızlık karşısında elimiz kolumuz bağlı kalmaya mahkûmdur, diye düşünmeden edemedi. Sınırsızlık, insanın en büyük lanetlerinden biriyse, toplum içerisinde bolca sınır var Allah’a şükür. Onlarla uğraşmaktan yeterince eğlendiğimizi söyleyebiliriz tabii ama hiçbir şekilde sınırın olmadığı bir yer varsa orası da hayaller dünyası… Düşünsenize, ucu bucağı yok. Hayal edebildiğiniz kadar hayal edin. Kimse size karışamıyor. Kimse size kural koyamıyor. Oh, o zaman tadını çıkarmanın tam vakti! 

Ama işte yukarıda açıkladığımız nedenden ötürü, tam da bu sınırsızlık, yarardan çok zarar veriyor bizlere. Hayallerimizin sınırları nerede başlayıp nerede bitmeli? Neye göre ve nasıl hayal kurmalı? Bir fırında çalışıyorsunuz, dört çocuğunuz var ve eviniz iki odalı. Bu realitenin tam zıddı, sınırsız bir hayal, belki Dubai’de bir ada satın alıp orada yaşama hayali olabilir. Peki, fırıncı bu hayali kurmayı neden başaramaz? Madem sınırsızca bir hayal dünyası vardır, o dünyayı tepe tepe kullanmak en mantıklısı değil mi? Değil, çünkü bu sınırın son haddine kadar kullanıldığı hayaller, hem bizim içimizde bulunduğumuz durumu ele verdiğinden hem de hiçbir zaman gerçekleşemeyecek olduğundan bizi üzmekten başka bir işe yaramaz. Gerçekten çok ilginç bir şekilde, insanın evrimi, “tutarlılığı” önemseyen bir şekilde gerçekleşmiştir. Tam bu noktada Robert Winston’ın “Tanrı’nın Öyküsü” adlı kitabından bir alıntı yapmak istiyorum: 

“Frank Keil ve Michael Kelly adlı psikologlar ‘doğaüstünün kurallarını’ ortaya çıkarmak için sayısız söylence ve inanç sistemini araştırdılar. İnsanın hayvana ve hayvanların insana dönüşmesi temasının çok yaygın olduğunu ve bu tür-değiştirme fikrinin katı kurallara dayandığını keşfettiler. Örneğin, insanlar bitkiden, kuştan ya da böcekten çok hayvana dönüşüyorlardı. İnsanlar ve hayvanlar çok ender olarak cansız nesnelere dönüşüyordu. İğrenç kurbağanın yakışıklı prense dönüşmesini kabul ederiz; ama bir kadın kahramanın yağlı bir karbüratörü öpmesi bizi daha az mutlu eder! Doğaüstünün söz konusu olduğu yerde ‘her şeyin olabileceğini’ var saymak doğru değildir. Göründüğü kadarıyla, beyinlerimiz sadece belli kurallara uyan şeyleri hayal edebilmektedir (2005: 128).” 

Yani sınırsız dediğimiz hayal dünyasına, hayal kurarken sınır koyan bir şey var: beynimiz. Çünkü evrim, bize hayal kurmanın kurallarını (sınırlarını) öğretmiş. Hayal kurarken dahi, makul hayaller kurmayı daha rasyonel buluyoruz. Bu, kurduğumuz hayalleri daha az çekilir ve potansiyel olarak daha mantıklı bir hale getirmenin yöntemi. İşte bu yüzden o fırıncı, Dubai’deki o ada hayalini bir kenara bırakıp daha makul bir hayal kuruyor: keşke memur olabilse, keşke bir apartman dairesinde yaşayabilse vb. Ama tüm bunlara nazaran, sınırsız hayal kurmamızı sağlayan küçük bir oyun var. Sınırsız hayal kurmak mı istiyoruz? Sınırsız hayali öyle olduğu gibi kurmaktan yoksunsak, bu sefer o hayale giden başka bir hayal kurulabilir mi? Mesela birden zengin oluversek? Piyango veya loto oynarken, sonuçlar açıklanana kadar kişilerin kurduğu hayaller –belli bir zamanı kapsasa da- bu vesileyle sınırsızlaşabiliyor. Tabii sınırsızlaşmadan kasıt, kişinin kendi hayal kurabilme ve zihniyetine bağlı bir sınırsızlık olacaktır sonuçta, ama piyangonun kazanılabilecek olma ihtimali (rasyonel bir olasılık) sayesinde sınırsız bir hayal dünyasına “bilet” alabiliyoruz ancak. Bu da yine, hayal kurarken bile belli bir tür hayal kurabildiğimizin en güzel açıklamalarından… 

İyi hoş ama bambaşka bir hayal kurma olasılığımız daha var. Uçtuğumuzu, görünmez olduğumuzu, çok yükseklere zıpladığımızı, kısacası bir süper kahraman olmayı hayal edebiliyoruz. Bunların gerçekleşme şansları (yukarıda dediğimiz gibi) rasyonalite dışıysa eğer, nasıl oluyor da sınırsız hayal dünyasından bunları seçip kullanmada beynimiz sorun yaratmıyor? Yine şu fırıncıyı ele alalım: şimdiye kadar anlattıklarımıza bakılırsa, fırıncı, hayal kuruyorum diye sınırsız bir hayal dünyası yaratmıyor; hayallerinin belli bir anlamda makul olmasını, olasılığının olmasını istiyor. Peki, yine aynı fırıncı, gece yatarken görünmez adam olma hayali kursa, bu hayal ona acı çektirir mi? “Ulan görünmez adam olma şansım yok, ne bok yemeye böyle şeyler hayal ediyorum” demesi gerekir bizim mantığa göre. Çünkü fırıncı, hiçbir zaman bir malikânede yaşayıp özel uçağıyla Fransa’ya gidemeyeceğini içten içe bildiğinden “uçuk hayaller” kurmaktan kaçınıyordu- malikâne ona gecekondusunu hatırlattığı için… Peki, görünmez adam hayalinin (rüyanın) ona hatırlatacağı şey (gerçek) ne? Görünür olduğu! Uçma hayali kurduğunda (rüya) bunun ona hatırlatacağı gerçek ne? Uçamadığı! Demek ki süper kahraman olma hayalleri kurduğumuzda (gerçekleşme şansı imkânsız olsa da), hayallerimizi sınırsız bir hale getirebiliyoruz. Bu sınırsız hayallerin bize hatırlattığı acı bir gerçek yok neticede. Özellikle bu konuda sınırsız hayal kurmamızın bir nedeni de, kimsenin, yeryüzünde kimsenin bu hayalleri gerçekleştirme şansının olmaması. Hayallerimizi sınırlamamızı sağlayan şey, o uçuk dediğimiz hayallere birilerinin sahip olduğunu bilmekten de geçiyor aslında. 

Burada da mevzu, bilinçaltlarımızda sidik yarıştırmaktan ibaret… Beynimiz gerçekleştirme şansımız olmadığını bildiğimiz hayalleri kurmamızı engelliyor, çünkü birileri onları gerçekten yaşarken, sen, gerçekleşmeyeceğini bile bile onları hayal ettiğinde bu açık açık işkenceye (kendini aşağılamaya) dönüşüyor. Dünyanın en zenginiyle karşılaştırıldığında, hayallerimde bile onun çekim alanının dışında kalan bir dünya yaratmalıyım: o da, işte, kimsenin gerçekleştiremediğini bildiğimiz hayallerle gerçekleşiyor. Kutsal kitapların muştuladığı cennet hayallerinin mantığı da bu değil mi? Sınırsızca hayal edebildiğimiz bir mekân cennet; çünkü kimsenin gerçekleştirebildiğinin üzerinde değil (olamaz). Ama yine de cenneti hayal etmek de güç, malum, cennetin bize hatırlattığı şey de “günahkâr” olduğumuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder