Politika, sinema, popüler kültür vb. konular hakkındaki fikirlerimin bulunduğu bir blog sitesidir.
Bu Blogda Ara
2 Eylül 2011 Cuma
eşcinsellik, liberalizm ve antagonizm
Hilal Kaplan’ın eşcinsellik konusunda yaptığı yorumlar başta Yıldırım Türker olmak üzere Zeynep Gambetti’yi de kızdırmış. Gambetti; “Eşcinsellik, içki ve diğer benzeri günahlar üzerine...” yazısında güzel güzel “Müslüman demokratların limitlerinin” bu olmadığını anlatıyor. Son derece demokrat bir bakış açısından ve son derece özgürlükçü bir şekilde konuya yaklaştığını görmemek mümkün değil. Tıpkı Türker gibi, onun da yazısına “yok artık, bu kadar saçma bir şey savunuluyor olamaz” hissinin bulaştığını da söylemek mümkün. Ayrıca, bu yazılarda başka bir “his” daha var: bu kişiler, kendi iç dünyalarında kendi demokratlıklarından o kadar eminler ki, eşcinseller konusunda içleri o kadar rahat ve onları o kadar içten ve tüm insanlıklarıyla destekliyorlar ki... Sorun da belki bu. Dünyayı net çizgelere bölüp, net gerçeklerin olduğunu sanmak... Hele konu özgürlük olunca... Oysa bu özgürlük denen metnin bile sürekli bir metinlerarasılıkla bozulduğunu anlamaya yatkın değiller, çünkü hayatta kalabilmek için “indirgemeci” olmak zorundalar. Öyle olmak zorunda olmasalardı, uzun uzun ve tabii haklı haklı eşcinselliğin hastalık veya günah olmadığını anlatmaya kalkmazlar ve şu soruya cevap aramayı unutmuş olmazlardı: “İslamiyet içinde eşcinselliğin yeri nedir?”
Şunu kabul etmeden yola çıkarsak zaten hata yaparak, daha en başından yolumuza dinamit koyarak başlamış oluruz. İslam bir dindir ve belli başlı kuralları vardır. Bu kurallara uyulup uyulmadığı üzerine kurulmuştur tüm sistemi. Kurallara uyanların uymayanlardan bir farkı vardır. Bu dünya üzerinde de eşcinsellik yasaklanmıştır (siz ne kadar esnetmeye çalışırsanız çalışın, asıl hedefiniz hiç esneme olmayanlardır). Kuran’a yeni yorumlar getirenler, heteredoks dindarlar filan zaten o anlamda “Müslüman“ değillerdir. Yıldırım Türker’in Ayhan Bilgen’den örnek vermesi son derece anlamsız ve boştur. Çünkü zaten Ayhan Bilgen, Müslümanlığı esnetmiş, heterodoks bir şekilde yorumlamıştır. Yani, Türker’in istediği şekle sokmuştur. Ayhan Bilgen bir Müslüman olarak eşcinselleri savunduğunda Türker’in klanına girmeye hak kazanır, oysa Bilgen Türker’in dünyasına girdiğinde zaten “intertextuality” ortadan kalkmıştır, ortada bir ‘arasılık’ yoktur, sadece birleşme vardır.
Aynı şeyi “Büşra” filminde de yaşadık. Büşra türbanlıdır, Müslüman’dır; ama aynı zamanda çağdaştır, teknolojiyle arası iyidir, gerici değildir vb. Sevgilisiyle Atatürk büstünün önünde öpüşebilmektedir. Örneğin böyle bir Büşra’yı -türbanlıyı- Yıldırım Türker gibiler çok sevecektir, çünkü böyle bir kız kendi dünyalarına çok uymaktadır. O dünyaya ne kadar yaklaşılırsa o kadar demokrat olunmaktadır. Türbanlı bir kızın öpüşmesinden daha doğal ne vardır ki (dinin dogmatik zincirlerini birazcık kırmış olmak bunu yapmaya yeter değil mi)? Oysa Büşra, asla ve asla türbanlı filan değildir. Buradaki Büşra’yla Ayhan Bilgen’in eşcinsel yorumu aynı kefededir. Bahadır Boysal farkında olmadan türbanlı ama aslında türbansız bir kız yaratmıştır, çünkü onun da kafasında (bilinçaltında) bir Müslüman’ı klana üye yapmak vardır. İslam kuralları içinden değil de kendi “özgürlükçü” dünyandan baktığında öpüşen, sevişen, kürtaj olan bir türbanlı kız yaratmak normalleşir; bu, “çağa ayak uyduran Müslüman kızlar” olarak lanse edilir. Laikler ve belli açıdan liberaller (klanın önderleri) bu tarz türbanlı kızları severler ve onları seve seve klana alırlar.
Peki, ama bir Müslüman’ın hayatında eşcinsellik yasaksa? Bunu tartışan var mı? Ben bu soruya cevap arıyorum. Ayhan Bilgen’in cevabı bana hiç önemli gelmiyor. Türban tartışmasında da o zaman Müslüman olan ama türban takmayan bir profesörle konuşalım ve bu işi bitirelim. O kadını örnek gösterelim, bu bir imtihan diyelim, bu kadın doğru olanı yapıyor diyelim, geri kalanını da çöpe atalım.
İşte bu yüzden Bilgen’e, güzel güzel Atatürk büstü önünde öpüşen Büşra’ya değil, Hilal Kaplan’a bakmalıyız. Çünkü bizim hamamböceğimiz, bizim gölgemiz, bizim Öteki’miz, bizim id’imiz aslında o. Bastırıp bastırıp “hah oldu, Müslümanlar da artık çırılçıplak denize girip görüntüyü bozmayacaklar” dediğimiz anda bir Jaws olarak gelip görünen şey... “Eşcinsellere özgürlük” diye bağırdığın anda “Allahuekber” denmesi aslında... Biz bunu çözeceğiz. Bunlara hiç girmeden “eşcinselleri insan olarak görmeyenler...” diye cümleye başlarsak Kaplan’ın dediği gibi Öteki’ni anlamayan, kendi sıcak havuzumuzda konuşan afyoncular haline geliyoruz.
Oysa bu kadar dar bir alanda dahi Kaplan inanılmaz bir kıvraklık gösterip müthiş bir yorumda bulunuyor. “Eşcinsellik hastalık değildir, sadece günahtır” diyor (Gambetti için bu o kadar sıradan bir cümle ki). Eşcinselliği hastalıktan günaha indirmek (cennetten dünyaya indirmek) hiç de yabana atılacak bir şey değildir. Peşine yine müthiş şeyler söylüyor: Eşcinsellik, zina yapmak gibidir. Alkol kullanmak, domuz eti yemek gibidir. Şimdi biz bugün nasıl alkol kullanmanın saçmalığından konuşmaya başladığımızda bizzat saçmalamaya başlayacaksak, aynı şey eşcinselliği sorgulamada da geçerli hale geliyor. Namazı, orucu, umreyi, şunu bunu bu kadar kafasına takmayan kişilerin; Müslüman olmayanın cennette gidemeyeceğinin vurgulandığı bir dine (dünyanın nerdeyse dörtte biri), iş eşcinselliğe geldiğinde bu kadar saldırmaları bana biraz garip geliyor (“çok fazla haklı olduğum hazzını nasıl alsam acaba”).
Ama dikkat edin Hilâl Kaplan eşcinselliği günah ilan edip orada duruyor. Onun dışında bir eşcinseli her şeyden önce insan olarak gördüğünü söylüyor. Nasıl günahlarını işlemeye devam eden dinsizlerle hayatını geçirmeye devam ediyorsa eşcinsellerle de hayatını geçirmeye devam edeceğini söylüyor. Onlara hak olarak ayrımcılık uygulamıyor, onları dışlamıyor, onları kabulleniyor ve onları seviyor. Keza Kaplan’ın yazılarında müthiş bir evrensel dünya görüşü seziyorsunuz. Hrant Dink’i anmaya tüm Müslümanları çağırıyor. Oysa Hrant Dink de zaten Müslüman olmayarak günah işliyordu (eşcinseller gibi) ama bu Kaplan’ın onlara olan tutumunda bir sorun yaratmıyor. Onları kendi günahlarıyla baş başa bırakıyor. Günah işleme serbestisini onlara veriyor.
Tüm bunlarla müthiş bağlantılı olan bir kavramı, Zizek’in antagonizm kavramını burada tartışmaya başladığımızda şöyle bir sonuca varıyoruz: toplum olarak kendi yarattığımız bir “antagonist”e lanet ediyor ve ona düşmanlık besliyoruz. Gün geliyor, tarih bu antagonisti yok ediyor (Soğuk Savaş dönemi komünistler, İkinci Dünya Savaşı Yahudiler vb.). Fakat bunun “yapısal” olduğunu iddia ediyor Zizek. Kendi hazzımızı alabilmek için, durup, bu sefer başka bir antagonizm yaratımına doğru ilerliyoruz (Biliyorsunuz, Zizek, şu an Batı’nın hedefinin bu anlamda radikal İslam olduğunu söylüyor). Burada Zizek’in önerisiyle bitiriyorum: Sosyal ve politik teori; totaliterlerin yaptığı gibi sindirmek (suppress) ya da liberal demokratların yaptığı gibi kendine benzetmeye çalışmaktansa (civilize) üzerine konuştuğumuz bu antagonizm’in bizzat kendisini dikkate almalıdır. Radikal İslam’ın ve eşcinsellik karşıtlığının savunulacak bir yeri yokmuş gibi gelebilir, ama tam da bu noktada “derin” düşünmek çok mantıklı görünüyor bana. Zira asıl eğlenceli olan zor metindir, basit olan değil.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder