Bir kez daha kendilerine sosyalist diyen kişilerle konuşmak beni tuhaf
buhranlara sürükledi. Bir kez daha insanlık olarak çok ciddi sorunlarımız
olduğunu düşündüm. Bir kez daha politikanın değil,
sosyolojinin-edebiyatın-felsefenin-sinemanın ne kadar önemli disiplinler
olduğunu düşündüm. İlginç bir deneyim oldu benim için, buradan yola çıkıp
birkaç bir şeyler söyleyeyim istiyorum.
Ben tartışmasız, hiçbir şekilde hiç kimseyle tartışmaksızın, Marx’ın peygamber olduğuna inanıyorum. Bu benim için dünyanın en normal facti. Marx’ı inceleyince bundan 1500 yıl önce, 2000 yıl önce peygamberlerin nasıl bir furya yarattıklarını, onlara neden peygamber dendiğini, çevrelerini ve dünyayı nasıl dönüşüme uğrattıklarını rahatlıkla anlayabiliyorum. Aslında bunları anlayınca, dünyada temel bazı sorunların olduğunu (ekonomikten ziyade metafizik) ve insanların bu sorunları halletmek için çabaladığını, çabaladıkça başarısızlığa uğradığını uğradıkça tekrar çabaladığını görüyorum. Buradaki diyalektik hepimizin malumu... Marx, tüm filozofların sözde kavramlar yaratıp durduğunu ama kimsenin pratikte hiçbir şey yapmadığını, kendisinin buna teşebbüs ettiğini söylemişti. Bu kısmen de olsa doğrudur, ama nihayetinde bu pratik tekrar teoriye dönmüştür, geriye koca bir sıfır bırakmıştır.
Çağına anlam kazandırmaya çalışan Musa, İsa, Muhammed gibi Marx da evrenin sırrını çözdüğünü sandı (sanmak derken, pratik olarak da çözdüğünü sandı; çünkü zaten Âdem ve Havva bile evrenin sırrını biliyordu, orada bir sorun yok). Geçmişe dönüp şöyle bir tarama yaptığımda neredeyse 200 yıllık bir süre zarfında sadece dünyada Marxism olduğunu görüyorum. Belki İsa’dan bile etkili oldu Marx. Adam öyle bir trend başlattı ki tüm dünyayı peşinden koşturdu. Milyonlarca müridi oldu. Referans noktası hep o olduğundan doğru ve yanlışlar onun üzerinden tanımlanır oldu. İnsanlık tarihine bu kadar çok etki yapabilmiş başka biri var mıdır bilmiyorum. Ve bu ideoloji, kaçınılmaz olarak bir dine dönüştü. İnsanların dinden, din denildiği zaman hiçbir şey anlamamaları beni en çok üzen ve şaşırtan şey şu an günümüzde.
Anthony Wallace'ın "revitalization movement" diye bir görüşü var. Kültürlerin kendilerini yeniden yaratmasını anlatan bir terim bu. "Yeniden canlanma" diyebileceğimiz bu durum, bir şekilde eskinin ilk fırsatta kendini yeniden canlandırdığını iddia ediyor. Günümüz trend'lerinde retro'ya denk düşen bu hal, genel anlamda daha çok dini açıklıyor aslında. Din kavramı, benim en çok önemsediğim kavram, çünkü din insan hayatından hiç çıkmayacak ve hep kendini yenileyerek hayatımıza girmeye devam edecek. Dinin uydurma hikâyelerden oluştuğunu sanan ve bu yüzden dini tukaka eden birçok düşünür aslında çok saçma düşünüyordu (Comte, Feuerbach). Marx bile dine bu açıdan yaklaştı, dini "ideoloji" olarak gördü ve onun gerçeğin önünü kapadığını düşündü. Oysa din zaten biz'dir. Kaçınılmaz olandır din. Nereye gidersen oraya gelir, seni yakalar ve senin din dediğin şeyi bulur, onun yerine din-olmayan şeyin içine girer. Beş vakit namaz kılmaya din dendiğini öğrendiğinde DİN, hızla namazdan uzaklaşıp kendini loto'nun içine sokar. Beş vakit loto oynayan kişi dindar olmadığını düşünür, oysa din çoktan içine girmiştir o kişinin. Haliyle dindar-dinsiz dikotomisi bir yanılsamadır, DİN, bu yanılsama sayesinde hayatta kalmaktadır. İnsan çok aciz olduğu için çok kolay kanmakta ve çok basit düşünmektedir. ”Şeytanın en büyük başarısı kendisinin var olmadığını düşündürtmesidir." Bu, mükemmel bir cümledir, çünkü insana bir ipucu veriyor. Din, "ben dinsizim" diyene daha çabuk (b)ulaşır. Önemli olan dualiteleri yok etmektir. Dualite yok olmadığı sürece din yaşamaya devam eder, çünkü dualite dinin işine gelir.
Marx dini deşifre ettiğinde "yanlış bilinç"ten bir parça kopardığını sandı. Oysa dinin deşifre edilmesi zaten en kolay işlem. Din, o noktada ellerini ovuşturur, çünkü eğer din deşifre edilmişse o zaman "gerçek din" olma yolunda harekete geçer. Böylece deşifre edilen din gülümseyerek Marx’ın felsefesine sindi. Marx’ın metni daha başından kendi kendini yapı sökümüne uğratmaya başlamıştı bile. Marx, din kurumunun başarısızlığa uğrattığı binlerce ateist-dinsize müthiş bir kaynak sundu ve bu insanların din ihtiyaçlarını karşıladı. Zaten böylece din, içine girdiği şekilden gittikçe sıyrıldı ve asıl haline dönüp evine gidip istirahat etti. "Gerçek din" olmak zaten belli bir süre devam eder, o gerçeklik kendini belli bir süre taşır, sonra yerini özüne bırakır. Peygamber, mürit, Mesih’in gelmesi vb. ne kadar dini terim varsa hepsini marxismde bulmak mümkündür. Bu açıdan bakıldığında benim marxism hakkındaki görüşüm koca bir ütopya olduğu yönündedir. Ortaçağı bitiren akıl çağı aslında basit bir şekil değiştirmeydi. Akıl çağının peşinden gelen Marxism de bu şeklin bir versiyonuydu sadece. Aydınlanma yeni din'in manifestosuydu, bir tür vahiydi. Marxism de dini oldu. Böylece din elden ele zıplaya zıplaya hareket etti ve günümüze kadar geldi. İnanılması güç ama bugün bilim bile bir din. İnsanlık tarihine tepeden baktığımda sadece bir DİNLER TARİHİ görüyorum ben, o kadar. Hiçbir devrim, hiçbir reform, hiçbir Rönesans ve hiçbir aydınlanma aslında hiçbir şeyi 'tanrının/tarihin gözünde' zerre kadar değiştirmedi. İnsanlık ısrarla kendisine bahşedilen zihni gelişimini genişletmek adına hiçbir şey yapmıyor. Tek yaptığı makyaj yapmak... Bazen kavuk takıyor, bazen şapka takıyor, bazen cübbe takıyor ama hep aynı davranıyor. Bu sorun ancak dinin keşfiyle yapılabilir bence. Din üzerine sıkı kafa patlatmalı tüm dünya ve bu kavram didik didik edilmeli. Din kavramı çözümlenebilirse tüm insanlık çağından farklı bir çağa geçilebilir.
Bu açıdan sosyalist arkadaşları dinlerken en çok bu konu hakkında üzülüyorum. Bir insan mastürbasyon yapmadığını bu kadar mı anlayamaz! Sadece konuşuyorlar. Alt yapı-üst yapı, hegemonya, yabancılaşma, şeyleştirme... Cennet-cehennem, günah, haram, mekruh, caiz... Terimler değişmiş sadece. Ve umutları var. Konuşup kendini rahatlatıyorsun, sonra gidip televizyon izliyor, reklam şirketinde reklam verenle anlaşıyor, karınla sevişiyorsun. Yapacağın her şey mubah, çünkü tek yol devrim. Devrim gelecek... Böylece hem hiçbir şey yapmamış oluyorsun, hem de hiçbir şey yapmamanın verdiği boşluğu meşrulaştırıyorsun. Referandum mu yapılıyor; yok, oy vermezsin, çünkü demokrasi de aslında kapitalist sistemin basit bir oyunu. Dindarları sevmezsin, komünist olmayanları hayatı anlamadığı için aptal bulursun, sonra devrimi beklersin. İyi de nasıl gelecek bu devrim? Olsun, devrimi beklemeye, Marx’a tapmaya, hayatını yalan üzerine kurmaya devam. Ne diyelim, inşallah gelir Mesih ve bir gün devrim olur.
Ben tartışmasız, hiçbir şekilde hiç kimseyle tartışmaksızın, Marx’ın peygamber olduğuna inanıyorum. Bu benim için dünyanın en normal facti. Marx’ı inceleyince bundan 1500 yıl önce, 2000 yıl önce peygamberlerin nasıl bir furya yarattıklarını, onlara neden peygamber dendiğini, çevrelerini ve dünyayı nasıl dönüşüme uğrattıklarını rahatlıkla anlayabiliyorum. Aslında bunları anlayınca, dünyada temel bazı sorunların olduğunu (ekonomikten ziyade metafizik) ve insanların bu sorunları halletmek için çabaladığını, çabaladıkça başarısızlığa uğradığını uğradıkça tekrar çabaladığını görüyorum. Buradaki diyalektik hepimizin malumu... Marx, tüm filozofların sözde kavramlar yaratıp durduğunu ama kimsenin pratikte hiçbir şey yapmadığını, kendisinin buna teşebbüs ettiğini söylemişti. Bu kısmen de olsa doğrudur, ama nihayetinde bu pratik tekrar teoriye dönmüştür, geriye koca bir sıfır bırakmıştır.
Çağına anlam kazandırmaya çalışan Musa, İsa, Muhammed gibi Marx da evrenin sırrını çözdüğünü sandı (sanmak derken, pratik olarak da çözdüğünü sandı; çünkü zaten Âdem ve Havva bile evrenin sırrını biliyordu, orada bir sorun yok). Geçmişe dönüp şöyle bir tarama yaptığımda neredeyse 200 yıllık bir süre zarfında sadece dünyada Marxism olduğunu görüyorum. Belki İsa’dan bile etkili oldu Marx. Adam öyle bir trend başlattı ki tüm dünyayı peşinden koşturdu. Milyonlarca müridi oldu. Referans noktası hep o olduğundan doğru ve yanlışlar onun üzerinden tanımlanır oldu. İnsanlık tarihine bu kadar çok etki yapabilmiş başka biri var mıdır bilmiyorum. Ve bu ideoloji, kaçınılmaz olarak bir dine dönüştü. İnsanların dinden, din denildiği zaman hiçbir şey anlamamaları beni en çok üzen ve şaşırtan şey şu an günümüzde.
Anthony Wallace'ın "revitalization movement" diye bir görüşü var. Kültürlerin kendilerini yeniden yaratmasını anlatan bir terim bu. "Yeniden canlanma" diyebileceğimiz bu durum, bir şekilde eskinin ilk fırsatta kendini yeniden canlandırdığını iddia ediyor. Günümüz trend'lerinde retro'ya denk düşen bu hal, genel anlamda daha çok dini açıklıyor aslında. Din kavramı, benim en çok önemsediğim kavram, çünkü din insan hayatından hiç çıkmayacak ve hep kendini yenileyerek hayatımıza girmeye devam edecek. Dinin uydurma hikâyelerden oluştuğunu sanan ve bu yüzden dini tukaka eden birçok düşünür aslında çok saçma düşünüyordu (Comte, Feuerbach). Marx bile dine bu açıdan yaklaştı, dini "ideoloji" olarak gördü ve onun gerçeğin önünü kapadığını düşündü. Oysa din zaten biz'dir. Kaçınılmaz olandır din. Nereye gidersen oraya gelir, seni yakalar ve senin din dediğin şeyi bulur, onun yerine din-olmayan şeyin içine girer. Beş vakit namaz kılmaya din dendiğini öğrendiğinde DİN, hızla namazdan uzaklaşıp kendini loto'nun içine sokar. Beş vakit loto oynayan kişi dindar olmadığını düşünür, oysa din çoktan içine girmiştir o kişinin. Haliyle dindar-dinsiz dikotomisi bir yanılsamadır, DİN, bu yanılsama sayesinde hayatta kalmaktadır. İnsan çok aciz olduğu için çok kolay kanmakta ve çok basit düşünmektedir. ”Şeytanın en büyük başarısı kendisinin var olmadığını düşündürtmesidir." Bu, mükemmel bir cümledir, çünkü insana bir ipucu veriyor. Din, "ben dinsizim" diyene daha çabuk (b)ulaşır. Önemli olan dualiteleri yok etmektir. Dualite yok olmadığı sürece din yaşamaya devam eder, çünkü dualite dinin işine gelir.
Marx dini deşifre ettiğinde "yanlış bilinç"ten bir parça kopardığını sandı. Oysa dinin deşifre edilmesi zaten en kolay işlem. Din, o noktada ellerini ovuşturur, çünkü eğer din deşifre edilmişse o zaman "gerçek din" olma yolunda harekete geçer. Böylece deşifre edilen din gülümseyerek Marx’ın felsefesine sindi. Marx’ın metni daha başından kendi kendini yapı sökümüne uğratmaya başlamıştı bile. Marx, din kurumunun başarısızlığa uğrattığı binlerce ateist-dinsize müthiş bir kaynak sundu ve bu insanların din ihtiyaçlarını karşıladı. Zaten böylece din, içine girdiği şekilden gittikçe sıyrıldı ve asıl haline dönüp evine gidip istirahat etti. "Gerçek din" olmak zaten belli bir süre devam eder, o gerçeklik kendini belli bir süre taşır, sonra yerini özüne bırakır. Peygamber, mürit, Mesih’in gelmesi vb. ne kadar dini terim varsa hepsini marxismde bulmak mümkündür. Bu açıdan bakıldığında benim marxism hakkındaki görüşüm koca bir ütopya olduğu yönündedir. Ortaçağı bitiren akıl çağı aslında basit bir şekil değiştirmeydi. Akıl çağının peşinden gelen Marxism de bu şeklin bir versiyonuydu sadece. Aydınlanma yeni din'in manifestosuydu, bir tür vahiydi. Marxism de dini oldu. Böylece din elden ele zıplaya zıplaya hareket etti ve günümüze kadar geldi. İnanılması güç ama bugün bilim bile bir din. İnsanlık tarihine tepeden baktığımda sadece bir DİNLER TARİHİ görüyorum ben, o kadar. Hiçbir devrim, hiçbir reform, hiçbir Rönesans ve hiçbir aydınlanma aslında hiçbir şeyi 'tanrının/tarihin gözünde' zerre kadar değiştirmedi. İnsanlık ısrarla kendisine bahşedilen zihni gelişimini genişletmek adına hiçbir şey yapmıyor. Tek yaptığı makyaj yapmak... Bazen kavuk takıyor, bazen şapka takıyor, bazen cübbe takıyor ama hep aynı davranıyor. Bu sorun ancak dinin keşfiyle yapılabilir bence. Din üzerine sıkı kafa patlatmalı tüm dünya ve bu kavram didik didik edilmeli. Din kavramı çözümlenebilirse tüm insanlık çağından farklı bir çağa geçilebilir.
Bu açıdan sosyalist arkadaşları dinlerken en çok bu konu hakkında üzülüyorum. Bir insan mastürbasyon yapmadığını bu kadar mı anlayamaz! Sadece konuşuyorlar. Alt yapı-üst yapı, hegemonya, yabancılaşma, şeyleştirme... Cennet-cehennem, günah, haram, mekruh, caiz... Terimler değişmiş sadece. Ve umutları var. Konuşup kendini rahatlatıyorsun, sonra gidip televizyon izliyor, reklam şirketinde reklam verenle anlaşıyor, karınla sevişiyorsun. Yapacağın her şey mubah, çünkü tek yol devrim. Devrim gelecek... Böylece hem hiçbir şey yapmamış oluyorsun, hem de hiçbir şey yapmamanın verdiği boşluğu meşrulaştırıyorsun. Referandum mu yapılıyor; yok, oy vermezsin, çünkü demokrasi de aslında kapitalist sistemin basit bir oyunu. Dindarları sevmezsin, komünist olmayanları hayatı anlamadığı için aptal bulursun, sonra devrimi beklersin. İyi de nasıl gelecek bu devrim? Olsun, devrimi beklemeye, Marx’a tapmaya, hayatını yalan üzerine kurmaya devam. Ne diyelim, inşallah gelir Mesih ve bir gün devrim olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder