Bu Blogda Ara

1 Eylül 2011 Perşembe

cem yılmaz hakkında...


cem yılmaz görüşlerimi kısaca toparlayayım: bu konuda enfes bir örnek aklıma geldi: bir araba reklamı var. bir adam, reklamı yapılan arabaya bakıyor ve arkada arabayı satmaya çalışan görevli adama çeşitli sorular soruyor: "iki çocuğunuz var ve birlikte pikniğe gitmeyi seviyorsunuz." adam hayır diyor. "dalgıçsınız ve geniş bir bagaja ihtiyacınız var, bu yüzden bu aracı tercih ettiniz." hayır cevabı geliyor. işte şusunuz busunuz, bu yüzden alıyor olmalısınız, cevap yine aynı: en sonunda bomba soru geliyor: "sizin gerçekten bu araca ihtiyacınız var mı?" cevap şu: "hayır, ama yine de satın almak istiyorum."


bu, bence bir araba reklamı için enfes bir zeka örneği. reklam yazarları bence döktürmüşler. döktürmüşler ama, işte, "sinema" denilen şeyin büyüsü var, bir görselliği, bir "his"si var. sinema, kim ne derse desin, hiçbir sanata benzemeyen, deli işi bir şey. bu reklamın benim için KÖTÜ olmasının nedeni, kağıt üzerinde nefis duran bu araba reklamı senaryosunun görsel açıdan hiçbir karşılığının olmaması... bu reklam görsel değil, kağıt üzerindeki cümlelerin "radyovari" şekilde bize yansıması sadece... bu senaryo bana gelseydi şu cevabı verirdim: "bu sıkı bir text, ama görselliği yok, ekrana düştüğünde hiçbir işe yaramaz bu reklam." ve dikkat, satıcı arkada peş peşe üç ayrı cümle kurduğunda (ki, en az üç cümle kurdurulur: ikide yavan kalır, dörtte boku çıkar) arabayı satın almayı isteyen müşteri, o cümlelerin söylenmesi sürecinde -yani tüm reklam boyunca- hiç kımıldamadan, sadece durduğu yerde, kafasını oraya buraya kımıldatarak içinden "hmmm, ne güzel araç" diyormuş izlenimi vermeye çalışıyor izleyiciye (burada bir mizansen eksikliği de var: tiyatroda, iki kişiden biri uzun bir tirada başladığında izleyici tiradı atan kişiye bakar, diyelim bu tiradın süresi 3 dakika sürmekte, o 3dk. boyunca karşıdaki diğer oyuncu hiçbir şey yapmadan mal gibi beklemektedir. izleyici, pasif olan diğer oyuncuya dikkat etmediğinden bu durum ona "garip" gelmez. yani tiyatro sahnesi tenis kortlarına benzer, kafalar konuşmaları kimin yaptığına göre bir o yana bir bu yana oynar durur). oysa alıcının tek yaptığı boynunu oraya buraya oynatıp suratında aptal mimikler yaratmaktan başka bir şey değildir. haliyle tek planda ve aynı açıdan çekilen bu reklam, ne kadar yaratıcı olursa olsun bir radyo skecinden başka bir şey değildir. bu reklamda "görsel" olan bir şey yoktur.

bunu neden anlattım? cem yılmaz'ın filmlerinin sorunu bu da ondan. cem yılmaz sinemayı kim ne derse desin, onun bir şeyleri yapabildiği -diyelim eğlendiği, zevk aldığı- bir alan olarak görüyor. ve kim ne derse desin, cem yılmaz filmleri "film" olma anlamında çok büyük sorunlara sahipler. cem yılmaz'da büyük yönetmenlerde olan o "sinema büyüsü" yok. hatta kendisi için sinemanın bir sanat olarak bir önemi de yok. o, kafasındakileri görsele aktarıyor, o kadar. çekilen korku filmimiz "büyü"yü hatırlayalım. büyü; sonu başı belli, inişi çıkışı belli, her şeyi belli bir filmdi ve sanki bir makineymiş gibi işliyordu. sanki yönetmen, "bu sahneyi çektik, şimdi 10 dk. diğer sahneyi de çekelim" dermiş gibi davranmıştı. sanki film süregiden bir şey değil de, parçalara ayrılmış ve sonradan yapıştırılmış gibi duran bir çeşit oyuncaktı. 

bu durum, 'tür sineması' deneyen her yönetmenin özellikle türkiye'de başına gelen bir sorun. çünkü belli bir janra ait bir film çekmek istediğinizde zihniyet o janra ait bir şeyler yapmaya çalışmayı ilk sıraya koyuyor. örneğin korku filmiyse ilk kural korkutacak, komedi filmiyse ilk kural güldürecek. ben bu görüşe hayatımın sonuna kadar karşıyım ve türkiye'deki tür sinemasına en büyük zararı verenin de bu görüş olduğuna yüzde yüz inanıyorum. dikkat, bir "süreç" yok cem yılmazda. filmleri bir anda akla gelen ve sonradan içi doldurulan balonlar gibi. bir türk uzaya giderse ne olur, diye sorduktan sonra FİLM çekeceksin. oysa cem yılmaz, aynı zamanda bir komedyen olduğundan, sahnede bu konuda aklına gelebilecek olan bütün esprileri alt alta yazıp o filme sonradan adapte ediyormuş gibi duruyor. bu sorunu ben cem yılmaz'a has bir özellik olarak almıyorum. recep ivedik'in sorunu da bu. recep ivedik 2'nin konusu amma iç açıcıydı değil mi? "recep çeşitli işlerde çalışsa ne olur?" sorusunu sorup tüm film boyunca recep'i 100 işe sokup, sonra oralardan espri çıkarmak, kimse kusura bakmasın, SİNEMA filan değildir. ne anlatmak istediğimi anlamak isteyenler  "there's something about marry"e, "dump and dumper"a, "me, myself and irene"e, hatta bilemediniz "american pie" serisine bile bakabilir. 

haliyle cem yılmaz'ın ve diğerlerinin sorunu sinema denilen sanatı kullanamıyor oluşları. cem yılmaz kapalı gişe oyunlarına devam ediyor, şahan da skeçlerine devam ediyor. belki cem yılmaz'ın yapması gereken şey, her şey çok güzel olacak/hokkabaz'vari filmler yapması. skeçlikten uzaklaşmasının en kolay yolu bu. bir tema bulması... "iki türk amerika'ya giderse ne olur" gibi tümdengelimci senaryolardan uzak durması. hokkabaz'da olduğu gibi daha bireysel, daha tümevarımcı filmlerle uğraşması. "me, myself..."in konusu ne? "dünyanın en 'loser' adamı birgün 'patlarsa' ne olur?" komedi filmi olarak ele alınan tema psikolojinin en temel konusu neredeyse... e daha ne olsun?

bu açıdan ben cem yılmaz filmlerini birbirinden ayırt bile edemiyorum. örneğin Uygar Şirin’in gora'yı niye bu kadar sevdiğini anlamadığım gibi yahşi batı'yı niye bu kadar sevmediğini de anlayamıyorum. benim için hepsi bir. hepsinin aynı rezervuardan çıktığı belli. ben güldürüp güldürmeme gibi bir kriteri hiç doğru bulmadım ve tekrar, cem yılmaz filmlerinde bolca espri olmasına rağmen dört film sonra hala SİNEMA bulamıyorum.

bu anlamda recep ivedik, sinema sanatının özüne bir hakaretten başka bir şey değil. onun dışında bu karaktere, esprilere, toplumsal sokuşlara çok gülüyor, feci eğleniyorum. ama recep ivedik'in ilk iki filmine yorumda bulunacaksak ben "yorum" bile yapmak istemiyorum. çünkü recep ivediklerin "film" olduklarını düşünmüyorum. karakterin temsil ettiği güç üzerine taraf'ta ivedik'i yerlere göklere koyamadığım bir yazı bile yazdım. ama bir sinema sayfasına yazı yazmam gerekseydi her iki filme de tartışmasız bir yıldızı basardım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder