Bu Blogda Ara

2 Eylül 2011 Cuma

oğuz atay üzerine...


Düşünüyorum da, aslında Oğuz Atay bizim bildiğimiz anlamda "çok iyi" bir adamdı. Türkiye’nin ne mal olduğunu bilen, kaç yüzyıl geriden geldiğini gören, bu ülkenin yalanlar üzerine kurulduğunu, her şeyin bir göz boyama, her şeyin bir "oyun" olduğunu fark eden bir adamdı Oğuz Atay. Belki de "kral çıplak" diyen ilk Türk edebiyatçısıydı. Bu üçüncü dünya ülkesinde tabiri caizse tutunmaya çalışıyor, tutunamadıkça da oyunlarla yaşıyordu. Bunun yaşamla derin sorunları olan bir tutunamama hali olduğunu düşünmüyorum ben. Yani, modernistler gibi değildi aslında Atay. Örneğin bir Kafka, bir Beckett değildi. Woolf değildi.
Kitaplarını ve fikirlerini "evrensel" bir dünyaya yayabilir ve Oğuz Atay’ın mikro değil de makro bir hayat felsefesi belirlediğini iddia edebiliriz, oysa bence Atay’ın tüm arızasının nedeni yaşamın kendisi değil bizzat Türkiye’nin kendisiydi. Ben okurken en çok "kendim" olduğum yazarın Atay olduğunu görüyorum. Düşünsenize, Joyce’un Finnegans Wake'ini okuyorsunuz ama bunu paylaşabileceğiniz kimseniz yok. Bir roman yazıyorsunuz, şimdi Türk edebiyatının en önemli romanlarından biri kabul ediliyor, merakla-şehvetle-büyük bir istekle bir şeyler bekliyorsunuz ama hiçbir şey olmuyor! Hem çatı katında unutulmuşsunuz, hem yalnızsınız, hem de okurunuzu arıyorsunuz! Okurunuz kim bilmiyorsunuz. O kişiyle tanışmak, sohbet etmek istiyorsunuz. İçinizdekileri paylaşacak kimse yok. Ve bu ülke yiyip bitiriyor sizi. Akademik camia korkunç kötü… Edebiyatı, müziği, sanatı, futbolu, yönetim biçimi, idari teşkilatı, aile yapısı, eğitim sistemi... Her şeyi korkunç eski, köhnemiş, ölü yiyici bir ülke... Ve ne zaman baksan tüm bunlara rağmen kendini bir halt sanan, hep en güzel, en güçlü, en mert, en bilmem ne ülkenin burası olduğu yalanı... Oğuz Atay Kafka değildi, Kafka’nın Dava'sındaki K.'ydı ve dolayısıyla aslında Kafka’ydı.

Şimdi Atay’a değerini verdik. Onu putlaştırdık. En iyi yazar, en iyi insan yaptık. Pek okuyup anlamadık ama olsun... O "büyük" bir yazardı. Genç yaşta ölmüştü. Zamanında ölünün arkasından su dökmeyi unutmuştuk. Şimdi sular seller dökmekle meşgulüz. Ama bence Atay şu anki hali görse üzülürdü diye düşünüyorum. Çünkü anlardı ki, Türkiye aynı Türkiye. Hala oynamakla meşgul insanlar ve Oğuz Atay konusunda da oynuyorlar. Düşünüyorum da bizim bölümün hocaları "Eylembilim"i okurken, hiçbir özeleştiri yapmayacaklar. Hep kendilerini bilen, gören sayacaklar. Kitabın daha başlarındaki profesörün öleceğinin belli olmaya başladığı anlarda, asistanın eski prof. gibi, tıpkı onun gibi kısalmış-ufalmış olan asistanın, prof. ölünce bu sefer kendi şeklini aldığı bir anlatım var. "Nasıl bu kadar hızlı bana benzemeye başlar anlayamıyorum" diyor anlatıcı. Ve ekliyor, "kim bilir ben kime benzemiştim." Sonrası daha korkunç... "Bizi benzetmişlerdi." Şimdi bizim bölümün hocaları oralarını buralarını kaşıya kaşıya bu bölümleri okuyacak ve Oğuz Atay’ın ne kadar büyük bir yazar olduğunu anlatacaklar. "Akademik camiayı ne kadar müthiş anlatmış değil mi?" Ne tutunamayan olacaklar, ne de oynayan...

Oğuz Atay’ı anlama çabasına bile girmiyorum, çünkü Oğuz Atay’ın bir nevi ben olduğunu biliyorum. Ve benim gibi olanların azlığı öylesine ağır bir yük ve öylesine zor bir durum ki... Büyüyünce bir şekilde badanacı olduğunu görüyorsun. Hayalin bu değildi ama badanacı olmuşsun işte. Boyaya boyaya tecrübe de edinmişsin, iyi-kötü yapıyorsun bir şeyler. Ama aslında boyacı filan değilsin sen. Kirişlerin aralarına fırça vurman gerektiğinde gizlice atlıyorsun. İki kere geçmediğin yerleri ev sahibi görmesin diye onu lafa tutmayı bile öğrenmişsin. Ve yere boya damlattığında o boyaları silmek içinden gelmiyor. Onları zorla siliyorsun. Zaman zaman da görmüyormuşsun gibi davranıp geçip gidiyorsun. "O kadar uğraşıyorum, onları da silsinler!" diye kendini kandırıyorsun. Aslında bir boyacı olarak Türkiye’sin sen. Yoldan geçerken prof. olmuşsun. Bir bok bildiğin yok. Yüz yıl geriden geliyorsun. 200 yıl önceki fikirleri savunuyorsun. Eskisin. Köhnesin. Yaşlısın. Ama prof.'sun. Bir yere referans vereceksen üşeniyorsun. Kalkıp bir kitaba bakacaksan, üşeniyorsun. Dünyanın hızla değişmesi işine gelmiyor, çünkü değişim "çaba" demek. Sen sırf tembel olduğun için eski fikirlerinde ısrar ediyorsun. Sadece işini sevmediğin, prof. olmana rağmen aslında okumayı sevmediğin için. O boyacı amcayla, o belediye şoförüyle, o elektrikçiyle aynısın.

Annemlerin evine yeni bir mutfak yapıldı. Doğalgaz alındı ve badana yapıldı. Üç işi aynı anda yapıp çıkardık. Mutfağı yapan adamlar hiçbir şeyi tam yapmadılar. Dolapların dış cephesi kahveydi. Pervazlar dış cephe yapıldıktan sonra geldi. Dış cepheyle pervaz arasındaki renk uyuşmuyordu. Biri açık, diğeri koyu kahveydi. Cevap "bunlar ayrı faprikadan abla." Lavabonun korumalığı neredeyse yoktu. "Bizim seçtiğimiz bu değildi"nin cevabı "bunlar orcinal apla." Bulaşık makinesinin olduğu bölüm tam 82 cm'lik kesilmiş. Musluk ilk çalıştığında boru patladı. Adam gelip duvarı deldi ve tamir etti. İnanır mısınız orayı alçı yapmadan, öylece bırakıp gidiyordu. Giderken "burayı alçı yapsanız iyi olur" dedi. Bunun da kendi işi olduğu söylenince, üzgün bir surat ifadesine bürünüp, kaçamayacağını anladı ve gelip alçı attı. Mutfağın prizlerinin yapılacağı bir gün, salonun bozuk prizini de yapmasını istedik. Onu yaptı ve birçok kez bunu gözümüze sokup durdu. Mermerciler geldi, mermeri koyduklarında pencerenin açılmadığını gördüler (onu bile hesaplamamışlar). Mermeri kesmek yerine pencereyi kesmeyi önerdiler. Olmaz denince hayıflandılar.... Anlatmakla bitmez. Boyacısı, doğalgazcısı, kapıcısı, mermercisi... Hepsi teker teker korkunç sorunluydu. Biri bile hiç sorun çıkarmadan gitmedi. Ve ben böylece hem Kafka’yı, hem de Oğuz Atay’ı hatırlamadan edemedim. Hatta Tanpınar’a selam bile çaktım.

Tanpınar, Atay, Pamuk'un farkı; bu mermerci, şoför ve boyacıları gördüklerinde bir ÜLKEYİ görebilmeleriydi. Başkaları bu insanlara bakıp cahilleri/Kürtleri/köylüleri/dindarları görüp kendini onlardan farklı bir yere koyup, ülkenin bu eğitimsizler yüzünden ilerleyemediğini sanıyordu. Oysa Tanpınar ve Atay onlara bakıp bütün bir ülkeyi gördüler. Bir boyacıyla bir bürokrat, bir tüpçüyle bir profesör aynı kişilerdi onlar için. İşlerini sevmeyen, samimi olmayan ve hep oynayan kuklalar. Oğuz Atay’dan beri çok şey değişti. Ama birçok şey, özellikle bu ülkenin zihniyeti, hala aynı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder