Politika, sinema, popüler kültür vb. konular hakkındaki fikirlerimin bulunduğu bir blog sitesidir.
Bu Blogda Ara
2 Eylül 2011 Cuma
hıncal uluç BAL'ı nasıl sevdi?
Hıncal Uluç’un "Bal"ı çok beğenmesi üzerine biraz spekülasyonda bulunalım mı?
Ben diyorum ki, her şeyin belli bir yapısı var. Benim "yapı" dediğim şey çoğu zaman ideoloji, çoğu zaman altyapı olarak lanse edilebilir. Hepimizin derdi bir neticede. Peki, yapı diyerek neyi kastediyorum. Şunu: bazı insanlar bu yapıya göre davranıp, bu yapıya göre hareket ediyorlar. Yapının varlığını ve yaratılma sürecini bilen/gören insan sayısı hemen hiç olmadığı için, ideolojinin-dinin sıcacık havuzunda usul usul yüzmeye başlıyorsunuz. Oysa sizi siz yapanın bir başka güç, bir "yapı", bir mıknatıs çekimi olduğunu görmüyorsunuz (Oscar Wilde'ın bir sayfa bile tutmayan müthiş öyküsündeki gibi: demir parçacıkları bir gün karar verip "hadi yola çıkalım" derler ve uzun bir yola çıkarlar, vardıkları yer mıknatıs olur. Mıknatısa vardıklarında da "oh ne iyi ettik de gelmeye karar verdik" derler. Mıknatısın reddi/inkârı onlara yaşamlarında bir anlam verir; oysa burada mıknatıs bizzat "yapı"nın kendisidir).
Bunun kanıtlanabilirliği bol örnekler var. En güncel ve güzel olanı Ermeni ve Kürt kimliklerinin inkârında meydana geliyor dikkat ederseniz. Yıllar önce Kürtler için ne deniyordu, bugün ne deniyor? Ermeni soykırımı için ne deniyordu, bugün ne deniyor? Hep bir derece, hep bir basamakla ilerliyor tüm yapı. Yapı’nın temelleri asla sapasağlam bir yere yapılamaz. Bu mümkün değildir, çünkü temelleri atacağınız zemin yüzer-gezer bir zemindir. Zemin ne kadar yüzergezerse, yapı da o kadar sarsılır, yıkılmamak için çabalar; ama elbet bastırılmış olan geri döner. Haliyle birdenbire "yapı" değişmeye başlar. İlk önce soykırım yoktur. Sonra bir şeyler olmuştur. Sonra karşılıklı savaşılmıştır. Sonra Türklerden de ölen olmuştur. Tamam, büyük bir felakettir ama katliam değildir vb.
Demeye çalıştığım şey, bastırılmış olanın dönmesini beklemek, yapı'nın sarsılması için dua etmek, bir nevi bizi tanrı'yla anlaşma yapmaya kadar götürüyor. Çünkü burada önemli olan yapının kendisi; birey/toplum/cemaat değil. Onları değiştiren şey yapının değişmeye başlamasıyla başlıyor. Bu bir kaza, bir rüya, bir görü olabiliyor (ya da bir "ödül"). Bu durumda ben şöyle bir yorumda bulunuyorum: Yılmaz Özdil demokrat oldu diyelim. Burada Yılmaz Özdil'e hiçbir şekilde paye biçmem. Çünkü Yılmaz Özdil (demir parçacığı) değil, mıknatısın kendisi önemlidir. Hemen Yılmaz Özdil'in mıknatısa gitmesinin nedenini araştırmaya başlarım. Yapının öyle büyük bir esiri haline gelinir ki, yapıdan kurtulmanın tek yolu yine yapının kendisidir.
Hıncal Uluç’un Bal'ı çok sevdiğini söylemesi benim gibi birinin hiçbir şekilde ilgisini çekmez. Çünkü ben Hıncal Uluç’un kendisini yapının içine koyduğunu ve hayata hep o yapının içinden baktığını bilirim. Uluç’un Bal'ı beğenmesi Bal'ı beğendiği anlamına gelmez benim için. Aslında Bal'ı beğenmediğini, ama beğenmeye karar verdiğini bilirim. Bu tipteki insanları hiçbir zaman önemsemem ve dikkate almam, çünkü bu insanların bir özne olmadıklarını, bir yapının kapı kulpu olduklarını bilirim. Onlar için hayatın, filmin, sporun bir önemi yoktur. Kendilerinden değil, bizzat yapının kendisinden düşünmeyi severler (severler değil, başkasını yapamazlar). Karar verirlerse severler. Haliyle filmleri olduğu gibi sevme şansları yoktur. Kendilerinden filme gitme yetenekleri yoktur. Sevgilisi sevdi diye film sevmek gibidir yani. Sevgilin dinsiz olduğu için dinsiz olmak gibidir. Sevgilin gidince tekrar dindar olursun. Çünkü sevgilin gelince yapı kayar, gidince yapı eski yerine oturur.
Bir gün Türkiye Ermeni soykırımını kabul ettiğinde "yıllar boyunca düşündük de, şu gerçeği anladık" diye bir cümle kurulacağını düşünüyor musunuz? Türkiye, hiçbir şekilde hiçbir dönüşüm yaşamadan kabul edecek bu gerçeği, kimse ağlamayacak, kimse gerçeği aslında görmeyecek. Sadece yapı, temellerini eskitmiş olduğundan bir gün durup dururken yıkılacak ve Türkiye’de birçok "Hıncal Uluç" dünyanın en güzel cümlelerini kuran insanlar halini alacak. Bugün Hıncal Uluç’un yaptığı da sadece bu… Ve evet, belki farkında değil kendisi ama asıl masturbasyon yapmak bu. Post-fantastik bir dünyada bir makine yapılsaydı ve bu makine Hıncal Uluç’a bağlanıp Uluç’un Bal'ı ne kadar sevdiği anlaşılmak istenseydi, emin olun makine sıfırı gösterirdi. Uluç’un Bal'ı filan sevdiği yok. O sadece "dur, bir kere de şöyle bir filmi seveyim bari, nasıl olur, merak ettim valla" demiş biri.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder