Bu Blogda Ara

1 Eylül 2011 Perşembe

borges ve william blake

borges'in ingiliz edebiyatını anlattığı korkunç kısa kitabını okuyorum. bir noktada borges william blake'ten bahsederken onun edebiyat anlayışını özetliyor. şimdiye kadar kendi edebi anlayışıma en uygun şeyi bu adamın cümlesinde hissettim, heyecanlandım, panik oldum, müthiş bir hal aldım. artık edebi derdimi blake'in cümlesiyle anlatma şerefine ulaşabilirim:
 
"gerçeği görmemizi engelleyen şeyler beş duyu organımızdır. duyu organlarımızdan kaçıp da ne kadar karanlığa sürüklenirsek [ki ben bu karanlığı "hiçlik" olarak da yorumluyorum] o kadar gerçeğe ulaşırız."
 
şimdiye kadar buna en çok hizmet edenlerin romantik manyaklar olduğu açık ama romantikler de bir noktadan sonra istediğim şeyi yapmıyorlardı. çünkü onların karanlığı aydınlığın karşıtı olan karanlıktı. tamam irrasyonalizmlerine bayılıyorum ama bu, bir şeyin anti'si/ karşıtı olunca, o zaman o da sistemin bir parçası olmaktan başka bir işe yaramıyor. nasıl rasyonalizmin karşıtı olmadan anti-rasyonel olunabilir?
aydınlığın karşıtı olan karanlığa ulaşmak elbette bir amaç ve sıkı bir sıçrayış, ama karanlığı da aşıp başka bir karanlığa ulaşmak gerekiyor. bunun adı "nihilizm" anlamındaki hiççilik değil. herhangi bir kelimeyle özetlenemediği için hiçlik/hiççilik. oranın tanımına işte, beş duyunun olmadığı karanlık demiş blake.
 
asıl edebiyat dağlara bayırlara gitmek (romantizm), yoksul semtleri yazmak filan değil (realizm). mağaranda tek başına yaşayıp hayaller kurmak. bu, tek başına kalındığında poe'nun yaptığı gibi uçuk mantıkçı dedektif hikayeleri yazmaya da itebiliyor sizi (bkz: shelley ve stevenson). oysa mağaranda tek başına kaldığında düşüncelerini dizginleyip düşünmemeyi başardığın ve bunu kağıda dökebildiğin anda işte gerçek edebiyata ulaşmak mümkün. blake'in fake cennet-cehennemini düşününce, kendisinin ileride benim naçizane adamım olması ihtimal dahilinde görünüyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder