Hiç olmazsa artık 'karşılıklı öldürdük' denebiliyor. Bu, 'Türkler asla böyle
bir şey yapmadı/yapmaz' demekten çok daha revizyonist bir adım. İşte şimdi
bunun münakaşasını yapacağız.
Ermeni soykırımı konusunda, söylemleri üçe ayırabiliriz:
a) hiç yapmadık, diyenler b) karşılıklı vuruştuk, diyenler c) olduğunu -gerçeği- kabul edenler... Esasen burada bir ‘basamak sistemi’ geçerli ve bu sistem içerisinde içeriğin TARİH/İDEOLOJİ/BİLGİ ile hiç ama hiç bir alakası olmadığını iddia edeceğim! Yani yukarıdaki iddiayı savunan kişilerin Ermeni soykırımı hakkındaki görüşünü oluşturan şeyin içerisinde tarihin, bilginin ve ideolojinin olmadığını iddia ediyorum! O zaman nedir durum? Nasıl oluyor?
Aslında bizi ve düşüncelerimizi şekillendiren normlar tam anlamıyla kültürel normlar. Belli bir sembolik sistem, bir kültürel kontekst içerisinde yaşıyoruz. Bu sistem içerisinde yaşarken amacımız sosyal hayatta kalabilmek için id'imizin bize emrettiği şeyleri bastırmaktan ibaret. E tabii id'i bastırırken süper-ego'muz boş durmuyor ve bir de onun "şunu yapma, öyle deme” gibi vesveseleriyle uğraşıyoruz. Hemen her yerde karşımıza çıkan üçlü sistem burada da karşılamış oluyor yani bizi: id-ego-süperego.
Hayat, ego'nun süperego ve id ile arasında geçen bir savaşsa ve asıl hayatta kalmanın yolu ego bütünlüğünden, daha doğrusu ego'nun denge politikasından geçiyorsa (yani bu koşulları kabul ediyorsak), ego-merkezli yaşamanın en makul yaşam biçimi olduğunu iddia edebiliriz. Çünkü süper-ego'sunu bastıramayan kişi en nihayetinde herkesin istediği bir kişi haline gelip ‘Onlar’ın içinde kayboluyorken (yani halkın içine girip onlarla aynı fikirde olarak "dışlanıyorken"), id'ini dinleyen kişi de halka tehdit oluşturan bir manyağa, bir çeşit Recep İvedik'e dönüşüyor. İkisi de benlik bütünlüğü açısından sorunlar teşkil ediyor yani. Bunu Ermeni soykırımına/ Kürt sorununa bağlayabiliriz.
Süper-ego'su tavan yapmış biri, rahatlıkla yaratılan mitlere inanan kişi aslında. ‘Türkler en büyük ırk, kanla-savaşla alınmış topraklar, tüm dünya bizden korksun, hala Avrupa’da Türkler çocuklara öcü olarak anlatılıyormuş (iyi bir şeymiş gibi) vb (daha fazlasını isteyen Halil Berktay’a geçiş yapabilir). Toplumun ve mitlerin gerektirdiği bir dünyada yaşayan kişi, esasen çok net anlamda "ilkel/ teolojik bir varlık"... Volkanlar patladığında tanrılara kurbanlar sunan kabile insanları. Özünde, sadece içinde yaşadığı topluma adapte olabilen ve toplumla, mitlerle, ‘Onlar’ (bu, Heidegger’den) ile var olabilen bir çeşit benlik... Bu kesim, mitlerin doğası gereği "Ermeni soykırımına direkt/koşulsuz hayır” diyen kesim... Özcü bir anlamla, Türklerin doğuştan soykırım yapamayacağını iddia eden içi boş kişiler (bkz: "yüzlerce öğrenciye burs veren Türkan Saylan darbeci olamaz” klişesi = özcülük).
Sembolik dünyaya entegre olamayıp ona bir tehdit oluşturan "deliler" ise id-merkezliler. Biliyoruz ki, tüm gerçekliği id söylüyor bize. Bilinçaltımızı hipnozla dışa bir vurduğumuzda, patır patır gerçekler dökülüyor: "Tüm Kürtleri gaz ocaklarında yakmak istiyorum, yaşasın faşizm, aslında homoseksüelim, biri bana tecavüz etsin diye bekliyorum” vb... Bu kadar ‘GERÇEK’ gerçekler sistemi bocalatacağı ve onun çöküşüne sebep olacağı için hakikatler hep gerçek-dışı görünüyorar bize anlamsız/boş/gerçek-üstü geliyor veya "gerçek" denilen şey o kadar gerçek ki, sembolik dünyada bu gerçekliğin -çok gerçek olduğu için- anlamı boşalıyor. Örneğin tüm gerçekleri düğmeye bastığında söyleyebilen bir robot/bir tanrı olsaydı ve bize şunu söyleseydi ne olurdu: “aslında İsa hiç var olmadı.” Sizce o sırf gerçek diye inanır mıydınız? İşte bu gerçekliğin, sembolik evreninin yarattığı sistemde dinamit görevi görüyor olması, ondan toplumsal olarak kaçılıyor olmasının nedeni. Haliyle id bağıra bağıra “Ermeni soykırımı gerçekleşti,” diyor.
Ermeni soykırımı konusunda, söylemleri üçe ayırabiliriz:
a) hiç yapmadık, diyenler b) karşılıklı vuruştuk, diyenler c) olduğunu -gerçeği- kabul edenler... Esasen burada bir ‘basamak sistemi’ geçerli ve bu sistem içerisinde içeriğin TARİH/İDEOLOJİ/BİLGİ ile hiç ama hiç bir alakası olmadığını iddia edeceğim! Yani yukarıdaki iddiayı savunan kişilerin Ermeni soykırımı hakkındaki görüşünü oluşturan şeyin içerisinde tarihin, bilginin ve ideolojinin olmadığını iddia ediyorum! O zaman nedir durum? Nasıl oluyor?
Aslında bizi ve düşüncelerimizi şekillendiren normlar tam anlamıyla kültürel normlar. Belli bir sembolik sistem, bir kültürel kontekst içerisinde yaşıyoruz. Bu sistem içerisinde yaşarken amacımız sosyal hayatta kalabilmek için id'imizin bize emrettiği şeyleri bastırmaktan ibaret. E tabii id'i bastırırken süper-ego'muz boş durmuyor ve bir de onun "şunu yapma, öyle deme” gibi vesveseleriyle uğraşıyoruz. Hemen her yerde karşımıza çıkan üçlü sistem burada da karşılamış oluyor yani bizi: id-ego-süperego.
Hayat, ego'nun süperego ve id ile arasında geçen bir savaşsa ve asıl hayatta kalmanın yolu ego bütünlüğünden, daha doğrusu ego'nun denge politikasından geçiyorsa (yani bu koşulları kabul ediyorsak), ego-merkezli yaşamanın en makul yaşam biçimi olduğunu iddia edebiliriz. Çünkü süper-ego'sunu bastıramayan kişi en nihayetinde herkesin istediği bir kişi haline gelip ‘Onlar’ın içinde kayboluyorken (yani halkın içine girip onlarla aynı fikirde olarak "dışlanıyorken"), id'ini dinleyen kişi de halka tehdit oluşturan bir manyağa, bir çeşit Recep İvedik'e dönüşüyor. İkisi de benlik bütünlüğü açısından sorunlar teşkil ediyor yani. Bunu Ermeni soykırımına/ Kürt sorununa bağlayabiliriz.
Süper-ego'su tavan yapmış biri, rahatlıkla yaratılan mitlere inanan kişi aslında. ‘Türkler en büyük ırk, kanla-savaşla alınmış topraklar, tüm dünya bizden korksun, hala Avrupa’da Türkler çocuklara öcü olarak anlatılıyormuş (iyi bir şeymiş gibi) vb (daha fazlasını isteyen Halil Berktay’a geçiş yapabilir). Toplumun ve mitlerin gerektirdiği bir dünyada yaşayan kişi, esasen çok net anlamda "ilkel/ teolojik bir varlık"... Volkanlar patladığında tanrılara kurbanlar sunan kabile insanları. Özünde, sadece içinde yaşadığı topluma adapte olabilen ve toplumla, mitlerle, ‘Onlar’ (bu, Heidegger’den) ile var olabilen bir çeşit benlik... Bu kesim, mitlerin doğası gereği "Ermeni soykırımına direkt/koşulsuz hayır” diyen kesim... Özcü bir anlamla, Türklerin doğuştan soykırım yapamayacağını iddia eden içi boş kişiler (bkz: "yüzlerce öğrenciye burs veren Türkan Saylan darbeci olamaz” klişesi = özcülük).
Sembolik dünyaya entegre olamayıp ona bir tehdit oluşturan "deliler" ise id-merkezliler. Biliyoruz ki, tüm gerçekliği id söylüyor bize. Bilinçaltımızı hipnozla dışa bir vurduğumuzda, patır patır gerçekler dökülüyor: "Tüm Kürtleri gaz ocaklarında yakmak istiyorum, yaşasın faşizm, aslında homoseksüelim, biri bana tecavüz etsin diye bekliyorum” vb... Bu kadar ‘GERÇEK’ gerçekler sistemi bocalatacağı ve onun çöküşüne sebep olacağı için hakikatler hep gerçek-dışı görünüyorar bize anlamsız/boş/gerçek-üstü geliyor veya "gerçek" denilen şey o kadar gerçek ki, sembolik dünyada bu gerçekliğin -çok gerçek olduğu için- anlamı boşalıyor. Örneğin tüm gerçekleri düğmeye bastığında söyleyebilen bir robot/bir tanrı olsaydı ve bize şunu söyleseydi ne olurdu: “aslında İsa hiç var olmadı.” Sizce o sırf gerçek diye inanır mıydınız? İşte bu gerçekliğin, sembolik evreninin yarattığı sistemde dinamit görevi görüyor olması, ondan toplumsal olarak kaçılıyor olmasının nedeni. Haliyle id bağıra bağıra “Ermeni soykırımı gerçekleşti,” diyor.
İşte ego, bu iki berbat duruma iyi bir balans ayarı çekendir. Ego, belli bir bütünlüğe vardığından/varmaya çalıştığından, hayatta kalabilmek için bir denge politikası izliyorsa eğer, süper-ego'nun "ilkellik-merkezliliğinden" kaçmaya çalışır (id'in ilkelliği çok hakiki olmasındandır, buradaki ilkellik hakikiliktir). Yani bu kişiler "Ermeni soykırımını asla ve asla yapmış olamayız," diyecek kadar kendini "ilkel" görmemektedir. Kendini, "soykırım hiç olmamıştır," diyen ilkellerden ayırmak için bir hamle yapmak zorundadır (çünkü bugünün dünyası değişmiştir artık, bazı gerçekler kabul edilmek zorundadır). Eğer, sistem gelişim sürecinde koşulları değişik yaratsaydı bu kişiler soykırımın net bir şekilde olduğunu bugün kabul etmiş olabilirdi. Nasıl mı? Şimdiki durum şu:
süper-ego = kesinlikle reddeden
ego = oldu ama tam değil
id = feci bir soykırım oldu
şöyle gerçekleşseydi evrim:
süper-ego = ermeni diye bir ırk dahi yoktur.
ego = Ermeni diye bir ırk vardır, ama soykırım yoktur
id = soykırım olmuştur ama tam değil.
Bu durumda ego (bu kişiler); bütünlüğü id ve süper-ego'ya göre yaratmaya çalışacaktı. İlkeller daha Ermeni diye bir ırkın olmadığını savunuyor, id ise oldu ama tam değil diyor. Bu durumda ego; süper ego'dan bir parça [hayır, Ermeniler var kabul edin] ve id'ten bir parça [katliam olmuştur] alıp birleştiriyor (olacaktı). Bu kişilerin şimdi savunduğu şey, böyle bir kontekst ve böyle bir sembolik dünyada ASIL GERÇEK olmuş olacaktı. Hâlbuki her sistem kendi içerisinde tutarlı olabildiğinden, bu ikinci kontekste de bu kişiler yine kendisi gibi olacak ve bu sefer de "asla ve asla soykırım yoktur, Türk milleti böyle bir şey yapamaz," diyen günümüzdeki ilkellere dönecekti.
Tüm bunlar, sistemin evirilmesiyle meydana gelmekte. Zamanı geçen ve eskiyen bir görüş alttan çekilip yıkıldığında yukarıdan aşağıya bir yenisi düşüyor, sonra onun üstüne yenisi, sonra onun üstüne yenisi vs. böyle ilerliyor. Zaman içerisinde yapılan bir hamle doğrudan bir diğerini etkilemiş oluyor. Bunun aynısını Kürt meselesi için de düşünmenizi öneriyorum. AKP (id) “bir sorun var, konuşalım,” diyor. MHP (süper-ego) “sorun çözülmesin, asla konuşmam,” diyor. CHP (ego) durumu dengelemeye çalışıyor: ne tam ‘ilkel’ olayım, ne de gerçeği kabul edeyim: “tamam, konuşalım ama kameralar bizi çeksin.”
‘Türkiye tarihi’ inanılmaz nevrozlara sahip ve terapiye ihtiyacı olan bir bireye benzetilirse eğer, burada yazılanların bu bireyin bilinçaltını oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Temennim terapinin kısa sürede bitmesi ve bir yüzleşmenin gerçekleşmesi. Çünkü terapiste ödenen para her geçen gün artıyor.
süper-ego = kesinlikle reddeden
ego = oldu ama tam değil
id = feci bir soykırım oldu
şöyle gerçekleşseydi evrim:
süper-ego = ermeni diye bir ırk dahi yoktur.
ego = Ermeni diye bir ırk vardır, ama soykırım yoktur
id = soykırım olmuştur ama tam değil.
Bu durumda ego (bu kişiler); bütünlüğü id ve süper-ego'ya göre yaratmaya çalışacaktı. İlkeller daha Ermeni diye bir ırkın olmadığını savunuyor, id ise oldu ama tam değil diyor. Bu durumda ego; süper ego'dan bir parça [hayır, Ermeniler var kabul edin] ve id'ten bir parça [katliam olmuştur] alıp birleştiriyor (olacaktı). Bu kişilerin şimdi savunduğu şey, böyle bir kontekst ve böyle bir sembolik dünyada ASIL GERÇEK olmuş olacaktı. Hâlbuki her sistem kendi içerisinde tutarlı olabildiğinden, bu ikinci kontekste de bu kişiler yine kendisi gibi olacak ve bu sefer de "asla ve asla soykırım yoktur, Türk milleti böyle bir şey yapamaz," diyen günümüzdeki ilkellere dönecekti.
Tüm bunlar, sistemin evirilmesiyle meydana gelmekte. Zamanı geçen ve eskiyen bir görüş alttan çekilip yıkıldığında yukarıdan aşağıya bir yenisi düşüyor, sonra onun üstüne yenisi, sonra onun üstüne yenisi vs. böyle ilerliyor. Zaman içerisinde yapılan bir hamle doğrudan bir diğerini etkilemiş oluyor. Bunun aynısını Kürt meselesi için de düşünmenizi öneriyorum. AKP (id) “bir sorun var, konuşalım,” diyor. MHP (süper-ego) “sorun çözülmesin, asla konuşmam,” diyor. CHP (ego) durumu dengelemeye çalışıyor: ne tam ‘ilkel’ olayım, ne de gerçeği kabul edeyim: “tamam, konuşalım ama kameralar bizi çeksin.”
‘Türkiye tarihi’ inanılmaz nevrozlara sahip ve terapiye ihtiyacı olan bir bireye benzetilirse eğer, burada yazılanların bu bireyin bilinçaltını oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Temennim terapinin kısa sürede bitmesi ve bir yüzleşmenin gerçekleşmesi. Çünkü terapiste ödenen para her geçen gün artıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder