dün, siyaste meydanı'nda, ermeni açılımını konuşmak üzere 5 kişi çağırıldı, bunlardan üçü aynı tarafa, ikisi ayrı tarafa oturmuştu. ayrı tarafa oturanlar da elbette aynı şeyleri istiyordu. ermeni açılımından ama, şüphe duyan ikili, bir devlet bakanıyla bir azerbeycan milletvekiliydi. bu tarafta ise sedat laçiner, son zamanların gözdesi ceyda karan ve taraf'tan markar esayan. markar esayan, inanılmaz biri. mülayim, mütevazi, ılıman, samimi, naif, sevecen, tatlı, akıllı, barışçıl... ahmet altan'ın dediği gibi kötülüklere meydan okuyor. umudu var. barışa güveniyor. “azerilerle türklerin değil, ermenilerle üçünün kardeş olucağı bir dünya gelecek”, dediğinde herkesi güldürdü. hiçbirimizin aklına ermenilerle kardeş olacağımız gelmiyor. örneğin, ne kadar ermeni açılımını savunursa savunsun, sedat laçiner hep bir türkiye taraftarı olarak konuştu, ermenistan'dan üzerine işenen bir klozetmiş gibi bahsetti. biz kazandık, onlar zavallı, çökmüş durumdular, muhtaçlar, diz çökmüşler vb. cümleleri fark eden esayan ise "dil sorunumuz var, hala eski dilde konuşmaya devam ediyoruz" dedi.
en komiği azeri milletvekili kadındı. tüm program, herkesin konuştuğundan iki kat fazla konuştu. sürekli konuştu. esayan'ın dediği gibi, eski dili kullanarak ve onları ezberlemişçesine yineledi durdu. sonra komik bir şey oldu. ali kırca, bu kadına, "azerilerle ermenilerin ortak yönleri var mı?” diye sordu. tam tahmin ettiğim gibi kadın bu soruyu cevaplayamadı. sorulan soru ne olursa olsun söz hakkı kendisine verilir verilmez dağlık karabağ'dan, ermenilerin kendilerine yaptığı kıyımdan, yurtlarını özleyen dedelerden bahsetti. yani, biz azeri kadına "peki en sevdiğiniz yemek hangisi" diye sorsak, kadın bize şöyle bir cevap verecek: "hala gözü yaşlı 80-90 yaşlarında anne babalarımız, ne zaman vatanlarına döneceklerini soruyorlar bize..." peki ama desek, sevdiğiniz yazarlar? "bu protokoller tehlikeli, sınırlar koşulsuz açılacak, ermeniler bizim topraklarımızdan çıkmayacak" diyecek. diyecek diyorum, aslında bu durum dün aynen oldu. orada şunu anladım. bu kadın bir milletvekili olarak, belki bir milliyetçi olarak hayatı boyunca sadece bu açıdan görüldü, bakıldı ve dinlendi. örneğin dün o kadar patır patır, konuyla ilgisiz ve anlamsız konuştu ki, yıllarca orada burada yaptığı konuşmalardan aklına geldiklerini çekip alıyordu sadece. zaten kimse bir şey de diyemiyordu çünkü mağdurdu, işte gözü yaşlı analar filan diyordu. yani kadın, kendisine 3G hakkında soru sorsak hakikatten cevaplayamaz.
yakın zamanda guy maddin'in bir filmini izlemiştim. ülkeler "hangimiz daha çok zulüm gördük" temalı bir yarışmaya katılıyorlar. iki ülke karşı karşıya geldiğinde, “biz sizden daha çok zulüm gördük” diyerek jüriyi ikna etmeye çalışıyor. olağanüstü bir zekası var guy maddin'in. bu konu ve konunun ele alınışı tam bir postmodern başyapıt. işte dün bu oldu. markar esayan, azeri kadına "anlattıklarınızı ben de çok iyi biliyorum, ben de ermeniyim, biz de yığınla zulüm gördük, burada anlatmanın lüzumu yok şimdi" deyince azeri kadın aynen şöyle dedi: "yok yok anlatın, hadi sıkıysa anlatın, sizinle savaşmaya hazırım, bakalım kim kimi yenecek?" direk guy maddin değil de nedir? (tabii esayan, maddin'den haberi varmışçasına, "burada tarih yarıştırmıyoruz, gelecek yazmaya çalışıyoruz" gibi olağanüstü bir cümleyle cevap vardi.)
türkiye, özellikle postmodern işlerle uğraşanlar için bir cennet. hayatın sanatı taklit ettiği de aşikar.
en komiği azeri milletvekili kadındı. tüm program, herkesin konuştuğundan iki kat fazla konuştu. sürekli konuştu. esayan'ın dediği gibi, eski dili kullanarak ve onları ezberlemişçesine yineledi durdu. sonra komik bir şey oldu. ali kırca, bu kadına, "azerilerle ermenilerin ortak yönleri var mı?” diye sordu. tam tahmin ettiğim gibi kadın bu soruyu cevaplayamadı. sorulan soru ne olursa olsun söz hakkı kendisine verilir verilmez dağlık karabağ'dan, ermenilerin kendilerine yaptığı kıyımdan, yurtlarını özleyen dedelerden bahsetti. yani, biz azeri kadına "peki en sevdiğiniz yemek hangisi" diye sorsak, kadın bize şöyle bir cevap verecek: "hala gözü yaşlı 80-90 yaşlarında anne babalarımız, ne zaman vatanlarına döneceklerini soruyorlar bize..." peki ama desek, sevdiğiniz yazarlar? "bu protokoller tehlikeli, sınırlar koşulsuz açılacak, ermeniler bizim topraklarımızdan çıkmayacak" diyecek. diyecek diyorum, aslında bu durum dün aynen oldu. orada şunu anladım. bu kadın bir milletvekili olarak, belki bir milliyetçi olarak hayatı boyunca sadece bu açıdan görüldü, bakıldı ve dinlendi. örneğin dün o kadar patır patır, konuyla ilgisiz ve anlamsız konuştu ki, yıllarca orada burada yaptığı konuşmalardan aklına geldiklerini çekip alıyordu sadece. zaten kimse bir şey de diyemiyordu çünkü mağdurdu, işte gözü yaşlı analar filan diyordu. yani kadın, kendisine 3G hakkında soru sorsak hakikatten cevaplayamaz.
yakın zamanda guy maddin'in bir filmini izlemiştim. ülkeler "hangimiz daha çok zulüm gördük" temalı bir yarışmaya katılıyorlar. iki ülke karşı karşıya geldiğinde, “biz sizden daha çok zulüm gördük” diyerek jüriyi ikna etmeye çalışıyor. olağanüstü bir zekası var guy maddin'in. bu konu ve konunun ele alınışı tam bir postmodern başyapıt. işte dün bu oldu. markar esayan, azeri kadına "anlattıklarınızı ben de çok iyi biliyorum, ben de ermeniyim, biz de yığınla zulüm gördük, burada anlatmanın lüzumu yok şimdi" deyince azeri kadın aynen şöyle dedi: "yok yok anlatın, hadi sıkıysa anlatın, sizinle savaşmaya hazırım, bakalım kim kimi yenecek?" direk guy maddin değil de nedir? (tabii esayan, maddin'den haberi varmışçasına, "burada tarih yarıştırmıyoruz, gelecek yazmaya çalışıyoruz" gibi olağanüstü bir cümleyle cevap vardi.)
türkiye, özellikle postmodern işlerle uğraşanlar için bir cennet. hayatın sanatı taklit ettiği de aşikar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder